MAZLUM KUDÜS (1)
Her gün dünya kamuoyu Siyonist işgal çetesinin Kudüs’teki azgınlıklarına şahitlik ediyor.
Gerek el-Aksa’ya yönelik kışkırtıcı ve saldırgan tutumları gerekse de Şeyh Cerrah başta olmak üzere Kudüs’te yüzlerce yıldır oturan Müslüman aileleri yerlerinden çıkarıp Yahudileri yerleştirme çabaları, insani, ahlaki hiçbir değer barındırmayan tutumları ile her gün zalimlikte yeni aşamalar kaydediyorlar.
Kudüs’ün şerefli halkı ise canı pahasına bu insan kılıklı yaratıklara karşı direnmeye devam ediyor.
Aslında Müslümanların Kudüs macerası geçmişten bugüne yüz ağartan tablolarla doludur.
Hz. Ömer radıyallahu anh döneminde gerçekleşen fetihle başlayan süreç içinde Kudüs ve çevresi her zaman Müslümanlardan yüce ahlak örnekleri, adalet ve merhamet görmüştür.
Tarihçiler, Müslüman idaresi devrinde, Kudüs ve çevresinin çeşitli dinlere mensup insanlara rahatlatıcı bir ortam sağlandığı konusunda hemfikirdirler. Dini grupların kutsal saydıkları yerlerde ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmelerine yardımcı olunduğu, onlara gereken korumanın sağlandığı, dışarıdan ziyarete gelenlere karşı misafirperverliğin sağlandığı konusunda çok sayıda örnek anlatılır.
Müslümanların fethiyle Rumların zulmünden kurtulan Süryanilerden bir yazar yerli Hristiyanların içinde bulundukları ruh halini şu kelimelerle tasvir etmektedir:
"Böylece Allah öcünü Müslümanların Rumları kovması ile almıştır. Rumların vahşet ve kininden kurtulmakla elde ettiklerimiz az değildir".
Haçlıların yaptığı büyük katliam ve vahşetlere rağmen Kudüs’ü fetheden Selahaddin’in muzaffer ordusu, ahlaki değerleri çiğnememiş, insani duruşuyla düşmanlarını bile şaşırtmıştır.
Şehrin kurtuluşunda Selahaddin Eyyübi Frenklere hiçbir zaman unutamayacakları bir şekilde, hoşgörü ve af dersi vermiştir. “Selahaddin Eyyübi Tarihi” isimli eserinde Stanley Lin Paul şöyle demiştir: "Eğer Kudüs'ün kurtarılması olayı Selahaddin Eyyubi hakkında bildiğimiz tek gerçekse bu bile Selahaddin Eyyübi'nin ne kadar şövalye ruhlu, devrinin ve belki de tarihin en kahraman kişisi olduğunu anlamaya yeter."
Müslümanların hakimiyetinde ne Hıristiyanların ne de Yahudilerin dini mekanlarına bir zarar verilmedi. Yahudiler, kıyım ve zararı haçlıların hakimiyeti dönemlerinde gördüler sadece.
Aslında Filistin topraklarının bütünü dikkate alındığı zaman Yahudilerin daima bir azınlık olarak kaldıkları görülür. Park'ın notlarında bu net olarak görülür: "İslami otoriteler, yurtdışından Filistin'e giriş yapmak isteyen veya yerleşmek isteyen Yahudilere, hiçbir zaman mani olmadılar".
Hakikaten Filistin halkı, hac için ülkeye gelen yabancılara daima misafirperverlik göstermiş, kollarını açmış, barışçı emelleri olanlar ile saldırganlar arasında daima iyi bir ayırım yapmıştır. 1488 yılında Kudüs'ü ziyaret eden ve Kudüs Yahudileri hakkında izlenimlerini yazan İtalyan rahibi Obadie D' Ampere Tevora, notlarında şöyle diyor: "Bu ülkede Araplar, Yahudileri ezmiyorlar. Ülkeyi bir uçtan diğer uca gezdim ve seyahatim esnasında hiçbir kötülükle karşılaşmadım. Ülkenin insanları, bilhassa dillerini bilmeyen yabancılara karşı eliaçık ve saygılılar. Bir Yahudi topluluğu görmek onları hiç rahatsız etmiyor.”
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar devam eden bu durumu bazı Yahudilerin nankörlük ve ihaneti değiştirdi. Theodor Herzl’in Siyonist idealleri ile ve zengin Yahudilerden para toplayarak oluşturduğu hareket, Filistin topraklarında bir “Yahudi devleti” fikrini ortaya attı. Herzl, 1895 yılında "Yahudi Devleti" isimli kitabını yayınladı. Yine Hertzl 1897 yılında İsviçre'nin Basel kentinde ilk Siyonist Kongreyi gerçekleştirdi. Hedef Filistin toprakları üzerinde bir devlet kurmak için oraya Yahudi göçünü başlatmak idi.
Osmanlı Devleti'nin resmi olarak izin vermediği “Filistin'e Yahudi göçü”, bütün önlemlere rağmen sızma şeklinde devam etti. Yahudiler bazı devlet memurlarının vazifelerini suiistimal etmeleri sayesinde kısa zamanda göçü hızlandırdılar.
Hertzl ve arkadaşlarının Yahudilerin Filistin'e yerleşmeleri konusunda 2. Abdülhamid nezdinde yaptığı yoğun çalışmalar ise başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa üzerinden baskı kurmaya ve göçü hızlandırmaya çalıştılar.
Birinci Dünya Savaşının kazananlarından biri de Yahudiler sayılır.
1917 yılında İngilizlerin Filistin'i işgali ve Lord Allenby'nin Kudüs'e girişi Siyonist işgal hareketi için de bir zafer sayılır. 1948’e kadar yoğun bir Yahudi göçü söz konusudur. İkinci Dünya savaşında güya Nazilerden kaçan Avrupa Yahudileri, Filistin topraklarını işgal ettiler ve terör faaliyetleri ile katliamlara giriştiler.
1948’de Filistin’deki Yahudi sayısı 650.000 civarındaydı.
Bu tarihten itibaren Amerika ve Avrupa’yı arkasına alan Siyonist terör çeteleri, adım adım işgal, ilhak ve yerleşim faaliyetlerini artırdılar.
Holokost mağduriyetinin arkasına saklanıp tarihin az gördüğü katliamlarla terör devletinin temellerini attılar.
Kudüs’te yüzlerce yıl kendilerine müsamaha ile yaklaşan, hiçbir dini ve ticari faaliyetlerine engel olmayan Müslüman ahaliyi katlettiler ya da mülteci durumuna düşürdüler.