• DOLAR 34.353
  • EURO 37.472
  • ALTIN 3025.475
  • ...

Yine Ayasofya, yine tartışmalar var.

Açılması birilerinde ciddi bir hazım sorununa neden olmuş olmalı ki, her buldukları fırsatta içlerindeki kini döküyor, öfkeyi kusuyorlar.

Yaklaşık 500 yıl cami olarak kullanılan bir yapının müzeye çevrilmesinden sonra tekrar cami olarak ibadete açılması birilerinde nasıl ki, büyük bir sevinç ve coşkuya neden olmuşsa birilerinde de öfke ve nefrete sebep oluyor.

Müze olarak kalmasının hem uluslararası ilişkiler hem de Hıristiyan vatandaşların duyguları açısından daha faydalı olduğunu iddia ediyorlar.

Cami iken müzeye çevrildiğinde Müslüman halkın duygularının nasıl incindiğinin hiçbir önemi yoktu tabii. Hatta müzeden önce resim sergi alanı yapmak için çabaladıkları, ışık alsın diye kubbelerinde büyük delikler açmayı düşündükleri, bunun için girişimlerde bulundukları gerçeğini de unutmamızı istiyorlar.

Birçok gerçeği “süslü yalanlarla” unutturdukları gibi…

Mesela “harf inkılabı” üzerine söylenenler ve gerçekler…

Bununla ilgili okuduğum bir makaleden faydalanarak bazı bilgiler paylaşmak istiyorum. (fikriyat.com, Bin yıllık tarihe sırt dönüşün ilanı)

Latin harflerine geçiş için ilk nabız yoklamaları 1923’te yapılmış.

İzmir İktisat kongresinde konu gündeme gelince Kongre Başkanı Kazım Karabekir önergeyi okumadan reddetmiş.

‘Kazım Karabekir, Latin harflerini savunanlara karşı çıkıyor ve bu fikrin yabancılardan kaynaklandığını söylüyordu. Ona göre Latin harflerinin kabulü durumunda pek çok kıymetli eser, kütüphanelerdeki binlerce kitap bir anda atıl kalacak, yeni nesil için anlamını yitirecekti. Kazım Karabekir’e göre alfabe değişikliğinin amacı Türkiye’nin İslami Doğu ile olan bağlarını koparmak ve Batı dünyasıyla olan iletişimi kolaylaştırmaktı.’

Ama 5 sene sonra “ortam daha uygun” bir hale geldiğinde gerçekten de Kazım Karabekir’in dediği gibi olacak ve “Batı dünyasının” istediği gibi adımlar atılacak, Latin harflerine geçilecekti.

Bir de öne sürülen gerekçeler var.

Osmanlıcanın zor olduğu, bundan dolayı okuma yazma oranının düşük olduğu, bu yüzden alfabe değişikliğine gidildiği iddialarının ne tarihsel ne de bilimsel hiçbir değeri yoktur.

Mesela okur-yazarlık oranı nasıl bir değişim gösterdi, bakalım.

Osmanlı’da günümüzden yaklaşık 150 yıl önce, 1869’da ilan edilen eğitimle ilgili ilginç bir kanuni düzenleme var: Maarif-i Umumiye Nizamnamesi..

Bu nizamnameye göre her mahalle ve köyde bir “sıbyan mektebi” açılacak ve kız-erkek eğer imkan varsa farklı okullarda, imkan yoksa farklı sınıflarda ders göreceklerdir.

Bu ilköğretimlerde “zorunlu eğitim” anlamına geliyor ki, buna uymayanlara para cezası verileceği belirtiliyor. Zorunlu eğitimin Hıristiyanlar için de özellikle belirtilmesi ilginç bir ayrıntıdır.

Peki, bu, alana ne kadar yansımış?

Okuma-yazma oranlarının pratik tablosuna bakalım.

1900’lü yılların başında sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin üzerindedir. 1928’de İstanbul ve Ankara gazetelerinin toplam tirajı 20 binin altındadır.

Osmanlı’nın yıkılma dönemlerinde en kötümser rakamlarla okuma yazma oranı yüzde 55 civarıdır.

O yıllarda bu oran Rusya’da yüzde 17, İspanya’da yüzde 39, İtalya’da yüzde 45, Belçika’da yüzde 74, Fransa’da yüzde 78, İngiltere’de yüzde 92’dir.

Peki, Latin harflerine geçip “Muasır medeniyet seviyeleri” aşıldıktan sonra Türkiye’deki durum nasıldır, bir de ona bakalım.

1935’te yüzde 15, 1960’ta yüzde 32, 1976’da yüzde 46…

Şimdi bunca veri ve tablonun üzerine onca yalan ve kirli bilgiyi yerleştirenlerin, bu kirli bilgilerle nesilleri okullarda zehirleyenlerin, yalanda ısrar ede ede yalanı kabul ettireceğini düşünenlerin verdiği hangi bilgiye güvenebilirsin?

Günlerdir Ayasofya’da okunan bir ayet üzerinden öfke kusanların tepkisinin asıl sebebi, korku sınırının aşılması, yıllardır üstünü örttükleri tarihi gerçeklerin yavaş yavaş kamuoyuyla paylaşılmasıdır.

Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar.

Yazarın Diğer Yazıları