• DOLAR 34.651
  • EURO 36.348
  • ALTIN 2926.012
  • ...

Tam 96 yıl geçmiş cumhuriyetin ilanının üzerinden.

Birçok kıtada hükmettiği toprakları bulunan bir devletten bir “ulus devlet”e geçişin nasıl anlaşmalar sonucunda olduğuna dair çok sayıda arşiv kaydı var; ama sorun elbette önyargıların belirleyici olduğu bir atmosferde bunların objektif olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir.

Belgeler çok şey anlatır, doğru; ama etkili olan ön kabuller ve önceliklerdir.

Cumhuriyetin belki de en büyük başarısı, bir kesime, belgeler arasında tercih yaptırarak yeni bir tarih okuması oluşturabilmesidir. Objektifliğin ve adaletin zerresinin bulunmadığı, manipülasyona, karartmaya açık bir okuma…

Yıllarca saltanatın ne kadar kötü olduğu, her şeyin bir tek kişinin iki dudağı arasından çıkan söze bağlı tutulduğu bir rejimden “halkın söz sahibi olduğu” bir yönetime cumhuriyet ile geçildiği tezi işlendi okullarda, medya organlarında.

Okul kitaplarına böyle yazıldı, bilim adamı kılıklı bazıları belgeleri gizleme hatta tersyüz etme pahasına yalanlara bilimsel kılıf uydurdular.

Sonra bazı insanlar yargılanma ve kovuşturma pahasına bir şeyleri dile getirdi.

Cumhuriyetle birlikte meclis kurulmuştu, doğru; ama aslında cumhuriyetin ilanından önce hatta Osmanlının son elli yılında da meclis vardı.

Evet, 1876 tarihli Kanuni Esasi’ye (Anayasa) göre Osmanlı parlamentosu, padişah tarafından seçilen “Ayan meclisi” ve halk tarafından seçilen “Meclis-i Mebusan”dan oluşuyordu.

Oldukça ilginç ayrıntılar var.

Meclis-i Mebusan vekilleri, belediye meclis üyeleri tarafından, belediye meclis üyeleri de Osmanlı devleti vatandaşları tarafından seçiliyordu. İlk meclis 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere 115 vekilden oluşmuştu.

Şu anda İngiltere’de halen Osmanlı sisteminin devam ettiğini biliyor muydunuz? Evet, kraliçe tarafından belirlenen “Lordlar kamarası” ve halk tarafından seçilen “Avam kamarası”…  

Şimdi siz kalkıp “Ama başta padişah vardı ve istediği zaman meclisi feshederdi” deseniz, benim de diyeceğim şeyler olacaktır.

1923’ten 38’e, yani Mustafa Kemal’in başta olduğu 15 yıl boyunca, hükümeti atamadan, meclisi feshetmeye kadar tüm yetkiler bir kişinin elinde değil miydi?

Peki, bu “Tek adam”ın cumhurbaşkanlığı yaptığı 15 yıl boyunca karşısına bir tek aday çıkmış mıydı?

Ya da şöyle sorayım: Çıkabilir miydi?

Bırakın aday çıkmasını iki parti teşebbüsü bile kısa sürede sonlandırılmıştı.

O yüzden de cumhuriyetin halka dayandığı tezi pek de doğru bir tez değildir.

Osmanlı devleti, Osmanlı paşalarından oluşan bir grup asker tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu grup yeni sisteme kendilerine göre şekil vermiştir.

Bu günlerde “Cumhuriyet bir yönetim biçiminden çok bir yaşam tarzıdır” söylemini daha mantıklı buluyorum.

İslami yaşam tarzını ortadan kaldırıp batılı yaşam tarzını dayattı, ümmet fikriyatı yerine kardeşliğin temeline dinamit koyan “ulus”u yerleştirdi. İlkeleri, kuralları, zindanları ve istiklal mahkemeleri ile varlığını her yerde hissettirdi.

Bir taraftan seküler yaşam tarzını yaygınlaştırmak isterken öte tarafta dini alana müdahale etme hakkını da kendinde buldu Cumhuriyet idaresi.

Türkçe ezan, Türkçe ibadet ve benzeri uygulamalar…

Kendilerini yeterince güçlü hissettiklerinde yapabilecekleri her şeyi yaptılar. İnanç özgürlüğü kapsamında yapılan düzenlemelere sürekli karşı çıktılar. Halka açılmak istediklerinde demokrasi ve özgürlük laflarını kullanmaya başladılar.

Çok geriye gitmeye gerek yok! Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması çabasına CHP sonuna kadar direndi ve bunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitti.

Siz bakmayın şimdi öyle demokrat takıldıklarına. İlk fırsatta gerçek yüzleri yine ortaya çıkıyor.

O yüzden de…

İstanbul’da çok sayıda meydan olmasına rağmen Sultanahmet Meydanı’nda, camilerin arasında konser organize eden CHP’li belediyenin yaptığı sıradan, basit bir iş değil.

Yazarın Diğer Yazıları