Sorumluluğumuzun Bilincinde Olmak
“Olgunlaşarak olmak ve olduğundan başka bir şey olmamak…” Çoğu zaman saptırılan ve bozulan bu formül, insanın bakış açısı ve duruşunu özetleyen bir formüldür. Ne zaman ki bu bakış açısı, derunilik veya etkililik eyleminin boyutlarından yoksun bırakılırsa, işte o zaman bu konu saptırılmış olur. Kaldı ki iman ve eylem, kâmil insanın içi ve dışıdır; eylemden ayrılmış bir iman, saf şahsi dindarlık şeklinde buharlaşır gider. İmandan kopuk bir eylem de insanı ilkel hayvanlığa geri götürür. İslam Medeniyet tasavvurunda insanın insanlığa karşı birtakım yükümlülük ve vazifeleri vardır.
İslam, Batı tipi ayrıcalık ve istisnalık iddiasındaki sistemlerin ötesine giderek insanın insanlaşmasının ana ve cihanşümul akımını keşfetmiştir. İnsan, insani hak ve sorumluluk noktasında, tabiatı aşarak, bütün insanların sorumluluğuna seslenen, insanı sahiden insancıl kılan değerleri insanlığa hatırlatmakla mükellef bir varlıktır. Hakeza insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Müslüman hak, hürriyet, mülkiyet, siyaset, yönetim işlerinde ve tabiata hükmetme gibi hususlarda fıtrat kanununa uygun hareket etmek zorundadır.
Kur’an, “insanın âlemlerin rabbi tarafından en mükemmel bir şekilde yaratıldığını” beyan ederken Yahudiler, kendilerinin üstün ırk olarak yaratıldığını, öteki ırkların binmek ve yüklerini taşımak için yaratıldığını iddia ettiler. Kur’an’a göre, herhangi bir kimse veya kesimin kendini “seçilmiş halk” ilan etme iddiası, insani birlik ve birlikteliğin kabileci nitelikte inkârı demek olduğu için lağvedilmiştir. İslam medeniyetinde her çocuğa, her kadına, her erkeğe kendisinde taşıdığı potansiyeli eyleme geçirme, icatçı bütün insani yeteneklerini geliştirmenin ekonomik, politik, kültürel ve manevi imkânlarını sağlamaya yöneldiği takdirde, her eylem ve her düşünce değer kazanır.
İslam Ekonomik Siteminde mülkiyeti ilahlaştırmak şirk olarak addedilmiştir. İslam’a göre mülkiyet, bütün insanlığın yararına olarak kullanıp verimli kılınmayı içerir ve gerektirir, çünkü servet insanların biliminin ve tekniğinin meyvesidir. Bu zenginlik, binlerce yıldır devam edegelen kuşakların malıdır. Daha doğrusu, Mülk Allah’ın olduğu kadar tasarruf yetkisi de O’na aittir. Öyle ise, insan mülkün gerçek sahibi olmaktan ziyade müdürü sayılmaktadır.
İslam Medeniyet tasavvurunda insanın tabiata karşı da sorumluluğu vardır. Müslüman insan, “Ben öldükten sonra dünyanın canı cehenneme…” deme lüksüne sahip değildir. Sonuçta her insan çocuklarına güzel bir dünya bırakmak için gayret göstermektedir. Ne fertler ne de gruplar tabiatı tüketme, onu tanınmaz şekle sokma ve zenginliklerini sırf kendi zevkleri için tahrip ve talan etme hakkına sahip olabilir. Bugün miras olarak devraldığımız tabiat/dünya, büyük ölçüde pek çok neslin çalışmasıyla ‘insanileştirilmiştir.’ O halde, tabiat ne doymak bilmez iştahlarımızı tatmin etmek için sınırsız bir zenginlik ambarı ne de atıklarımızın bir çöplüğü olarak görülebilir. Hem bu tabiat, sadece onu verimli biçime sokmuş milyarlarca ölüye değil, henüz doğmamış olan milyarlarca insana da aittir. Müslüman, geleceği ipotek altına almadan, onu miras aldığından daha verimli ve daha güzel olarak gelecek nesillere nakletmek yükümlülüğünü taşımaktadır.
Batı Dünyası, ABD ve onun gayrimeşru çocuğu israil, gasıp, talancı ve vahşi olmanın yanı sıra insan hak ve hürriyetini gasp eden birer haydutturlar. İnsan hakları, hürriyet ve eşitlik desen, bu Filistin ve Gazze halkı için değil, Batılı halklar içindir.
Şu zalim dünyayı gördünüz mü? Sekiz aydan beridir dünyanın gözü önünde bir halk Siyonist Yahudilerin eliyle boğazlanıyor. Birleşmiş Milletler'in ateşkes kararına rağmen Gazze'de Müslümanların kanı oluk oluk akmaya devam ediyor. İnsani Hak ve kuruluşlar ise bu vahşet ve soykırımı seyretmekle yetinmektedir.