• DOLAR 34.505
  • EURO 36.435
  • ALTIN 2869.617
  • ...

İslam düşüncesinde siyaset ve yönetim ilişkisi, Allah, insan, toplum ve tabiat arasındaki ilişkiye dair varlık anlayışına dayanır. Allah Resulü, Allah'tan aldığı vahiyle İslam'ı tebliğ ederken aynı zamanda Medine'deki Müslümanların siyasi lideri olmuş, bununla kalmayarak bu çerçevede hükümler vermiş, yöneticiler atamış, savaşlar yapmış ve ateşkes antlaşmaları imzalamıştır. Resulullah (s.a.v), bu yönüyle yönetim görevini üstlenmiş Hz. Davud, Hz Süleyman, Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi Peygamberlere benzemektedir. Hz. Peygamber(a.s)'in yönetim faaliyeti, yöneticiler ve yönetilenlerle ilgili sözleri, sonraki yıllarda siyaset yönetim ilişkisiyle ilgili ilimlerde kendisine yer bulmuştur. Nitekim cihanşümul davanın ağır yükünü omuzlayarak bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiş o Peygamberin sözlü ve pratik her eylemi insanlığı fazlasıyla ırgalamaktadır. Hadislerde adil devlet başkanı övülüp onun Allah tarafından çok sevilen ve Allah'a yakın kişi olduğu, hiçbir gölgeliğin bulunmadığı kıyamet günü Allah tarafından gölgelendirilmek suretiyle mükâfatlandırılacağı belirtilirken, zalim devlet başkanının ise Allah'a en uzak ve sevmediği kişi olduğu ifade edilmektedir.  

Siyaset ve yönetim mekanizmasının alacağı somut biçimler tarih boyunca toplumdan topluma büyük farklılıklar göstermektedir. Kur'an ve sünnetteki kurucu temel ilkeler çerçevesinde temin edilen esneklik sayesinde zaman ve mekân değişmesine bağlı olarak farklılıklara göre uygun çözümler uygulamaya konulabilmiş, asli ilkelere aykırı olmamak şartıyla değişik kurumsal ve siyasi deneyimler kabul edilmiş ve uygulama alanı bulmuştur. Toplumun ihtiyaçlarına ve şartlarına göre yönetime dair kurumsal düzenlemeler yapmak üzere geniş bir etki alanı bırakılmıştır. Ancak bu geniş alan, toplumun üzerinde yükseldiği değerler ile yöneten-yönetilen ilişkisine dair ortaya konulan siyasi ilkeler çerçevesinde düzenlenmiştir. İslam yönetim anlayışında devlet başkanını seçme gerekliliği kesin bir ilke, nasıl seçileceği ise ikincil bir meseledir.  

Bugün savaş, yoksulluk, sömürgecilik gibi yeryüzünü baştanbaşa bir trajedi yurduna çeviren felaketlerin; bireysel, toplumsal ve küresel olarak yaşanan sorun ve krizlerin kökeninde İslam'dan uzaklaşmak vardır. Vahşi batı medeniyetinin ürünü olan bu bilim anlayışının insana, hayata ve evrene bakışındaki bencillik, ilkesizlik, çarpıklık ve insanın Allah'la ilişkisi bağlamında oluşturduğu marazi ve paradoksal yaklaşımları nedeniyle İslam beldeleri bir felaket eşiğine getirildi. Nitekim batı dünyasının sebep olduğu bu kaotik süreçlerden en fazla İslam toplumları etkilenmiştir. Bunun en somut örneği Yemen ve Suriye'dir. Müslüman toplumların düşünce dünyası Batı'nın dikte ettiği argümanlar ile kuşatılarak kökleri ve medeniyet değerleriyle ilişkisi zayıflatılmaya çalışılmıştır. Müslüman toplumların üzerinde yükseldiği 'şeriat'(İslam Hukuku) ile ifade edilen yönetim anlayışının önü birtakım yasalarla kapatılarak İslam'a savaş açılmıştır.  

Amerikalı tarihçi ve siyasetçi Woodrow Wilson siyaset ve yönetimin birbirinden ayrı tutulması gerektiği tezini savunmuştur: "Siyaset ve yönetim alanları birbirinden farklıdır. Kamu yönetimi, kamu hukukunun ayrıntılı ve sistematik olarak yürütülmesidir. İdarenin alanı bir işletme olup, siyasetin aceleci ve çekişmeci yönünden uzak durmalıdır. İdare siyaset alanı değildir, " diyor. Halbuki İslam'da yönetim deyince akla salt, toplum –devlet ilişkilerinde karşılıklı etkileşime dayalı yeni bir yönetim tarzı olan yönetişim gelmiyor. Tevhidi dünya görüşümüz ve Kur'an'i bakış açımızla bu tezi yanlış buluyoruz. Yönetim deyince akla rasyonel bir örgüt biçimi olan, atama yoluyla iş başına getirilen liyakatsiz memurların devleti idare biçimi olan bürokrasi gelmemelidir. Kaldı ki bilinçli Müslümanların nezdinde bürokrasi, negatif anlamda kırtasiyeciliği, gereksiz işlemleri, formaliteyi, verimsizliği ifade etmek için kullanılmaktadır.   

 

Kur'an'da Allah'ın kâinatın yaratan ve yöneten, mutlak hükümranlığa sahip tek ilah olarak nitelenmesi, her türlü beşeri yönetimin sınırlı ve geçici olduğu, hepsinin üzerinde Allah'ın sonsuz kudretinin bulunduğu gerçeğini Müslümanların zihnine nakşeder. Akıl ve irade sahibi kerim bir varlık olan insan, mutlak hâkimiyet sahibi olan Allah'ın otoritesine itaat edip O'nun rızası doğrultusunda hareket ederek kurtuluşa erişebilir. İslam Siyaset düşüncesinde devletin/toplumun yönetimiyle ilgili esaslar belirlenip ilkeler ortaya konulurken tevhit inancı merkeze alınarak yapılmaktadır. İslam'da siyaset ve yönetimin varlığı zorunludur. Hz. Peygamber(a.s), Mekke'den hicret ettikten kısa zaman sonra Medine Şehir Devletini kurarak devletin gerekliliği fikri ve deneyimini kendinden sonraki Müslüman idarecilere aktarmıştır. Medine'de insanların tabii ihtiyaçlarını karşılamak için birlikte yaşama kültürünü geliştirmiş, bedevi bir toplumu 23 senelik kısa zaman zarfında dönüştürüp medenileştirmiştir. Adı "Yesrip" olan bu diyarın adını "Medine" yani medeniyetin zuhur ettiği diyar şeklinde değiştirmiştir. Nitekim İslami hükümlerin uygulanması ancak dürüst bir siyaset ve güçlü bir yönetimin varlığıyla mümkünatını dostlarıyla ispatlamıştır. 

 (...devam edecek.)