Adalet kavramını anlama üzerine
Allah, Kur'an-ı Kerim'de dengeli ve sağlıklı bir toplumun dayanağını teşkil eden üç önemli şeyi emretmektedir: Bunlar adalet, ihsan ve sıla-ı rahimdir. Bu kavramların art arda zikredilmesi her halde bir tesadüf eseri değildir. Tam aksine bu kavramlar, salih bir toplumun inşası için İslam Medeniyet Kültürünün üç önemli sacayağını teşkil etmektedirler. İnsanlığa yol gösteren Nahl suresi: 90. ayetini önemine binaen belleğimize kazımamız gerektiği kanaatindeyim. Bu günkü yazımda, zikredilen bu kavramların ilki olan 'adalet' kavramını işlemeye çalışacağım.
"Adl" kökünden gelen "adalet" kavramı lügatte; "insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet" gibi birçok anlamına rastlanmaktadır.
"Adl" ve "adalet" kavramı ıstılahi olarak; ifrat ve tefrit arasında orta yolu takip etmek, hak yol üzere dosdoğru olmak, haram kılınan şeyleri terk etmek ve farzları yapmak, haklıya hakkını, haksıza cezasını vermek, suç ve cezada eşit davranmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek" anlamlarını içermektedir.
Madem hakikat böyledir; öyleyse coğrafyamızda özlemini çektiğimiz hakkın ve adaletin neşvü nema bulup tecelli etmesi için de, idarecilerimizle adl çizgisinde buluşmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Kur'an'ın birçok ayetinde zikredilen adalet kavramının zıddı da, cevr ve zulüm olarak addedilmektedir. Doğrusu haktan sapan, İslam toplumunun huzur ve düzenini bozanlara, devletin adil idareciler eliyle müdahalede bulunması devletin birinci önceliği olmalıdır.
Şu halde âdil hükümdar kime denir, bir miktar da bu konuyu hep birlikte açıklığa kavuşturalım: Âdil hükümdar; adaletli ve insaflı olan, hakla hükmeden, haklıya hakkını haksıza cezasını veren, bu prensibi herkese uygulayan, her şeyi yerli yerinde yapan, hak ve hukuka riayet eden, dürüst ve doğru olan insana denir.
Adil insan da; Kur'an ve Sünnete göre iman edip salih ameller işleyen, Allah'ın emir ve yasaklarına uyan; gerek fert, gerekse aile ve toplum hayatında, söz, fiil ve davranışlarını İslam'a göre ayarlayan, yönetim, yargı, şahitlik, ticaret vb. her işini iyi, güzel ve dosdoğru yapan, insan haklarına riâyet eden kimsedir.
Peki, sözüm ona idarecilerimizi, Kur'an'i çerçevesini tasvir etmeye çalıştığım bu adil yönetimin neresine oturtacağız? Müslüman halkların iktidara taşıdığı ve başında "adalet" ismi bulunan bir partinin, kalkınma alanında yaptığı büyük hamleleri takdir etmekle birlikte; hûkümetin adalet boyutuyla sınıfta kaldığı Müslüman halkların malumudur.
Laik, seküler ve ırkçı bir hayat tarzı dayatan mevcut sisteme gün geçtikçe biraz daha entegre olan iktidar partisi, senelerdir zindanları boylamış Yusufileri ne hikmetse -birkaç cılız açıklama hariç-hatırlayamadı? 25 yıldır çile dolduranlar için adalet bir türlü tecelli etmedi. Anlamakta zorlanıyorum, bu biçareler, cenazeleri ceza evinden birer birer toprağa düştüğü gün mü hatırlanacaklar? Evet, soruyorum... Adalet 28 şubat mağdurları için ne zaman tecelli edecek? Görünen o ki,16 yıldır iktidarda olan hükümet, bu konuda kayda değer ve sadra şifa olacak bir adım atmamak hususunda diretmektedir.
Şunu bunu bilmem; devlet, sınırlama olmaksızın herkesin sahip olduğu hakları elde etmesi için gerekli düzenlemeleri tez zamanda yapmalıdır. Hükümet ne yapıp edip bu sorunla yüzleşmek zorundadır. Çünkü zindandaki Yusufların vebali hükümetin boynundadır. Adalet ilkesine halel gelmemesi adına, hukuk herkes için eşit işlemelidir. Güçlülerin adalet ağlarını kemirdiği ve mazlumların yasaların ağlarına takılıp kaldığı bir dünyada, adaletten söz edilebilir mi? Doğrusu hukukun üstünlüğünün geçerliliğini yitirip üstünlerin hukukunun geçerli olduğu bir dünyada, hukuk ve adaletin esamesi okunmaz.
Seksenine merdiven dayamış, insani ihtiyaçlarını dahi gidermekten aciz, hasta Yusuflar ne yazık ki halen zindanlarda. Buna karşın, 28 Şubat darbesinin başaktörü paşalar müebbet ceza aldıkları halde, dışarlarda paşa paşa dolaşıyorlarsa, bu ülkede adaletin keten helvası çoktan yanmış, hatta dibini bile tutmuştur desek yeridir.
Hülasa, Allah'ın emrettiği şey, yani ahlaki, sosyal, ekonomik, kanuni, siyasi vb. tüm hakların, halkların hak ettiği ölçüde herkese verilmesi adalettir.
Çünkü "Allah adaleti emreder..." ( Nahl:90)