• DOLAR 32.381
  • EURO 34.745
  • ALTIN 2407.642
  • ...

Türkiye’de bir akıl tarafından devamlı üç önemli vurgu ile algı operasyonu yapılıyor.

Birincisi; ‘Türkiye, Gazze’deki zulümlere karşı tüm İslam Ülkeleri arasında sesini yükselten tek ülkedir’ vurgusu

İkincisi; Ortadoğu’daki ‘Direniş Ekseni’nin direkt olarak Amerika’yı hedef almadığı ve hatta İsrail ile danışıklı dövüştükleri’ vurgusudur.

Üçüncüsü; Gazze başta olmak üzere dünyada yaşanan tüm gelişmeleri devamlı ‘Küresel güçlerin ya da Küreselcilerin kendi aralarındaki çekişmeleri’ ile yorumlama vurgusu.

Doğrusu her üç söylemin de siyasi bir arka planı olduğu açıktır.

Öncelikle hangi ülkenin daha çok ses çıkardığı tartışılır bir konudur.

57 İslam Ülkesinden hiçbiri Siyonist katilleri UAD’a (Uluslararsı Adalet Divanı) şikâyet etme becerisi gösterememiş ve Yüce Allah’ın dağıttığı bu şeref Güney Afrika’ya nasip olmuştur.

Fiziki- ekonomik ve askeri yetenekleri kısıtlı da olsa Yemen, Siyonist rejime rest çekip savaş ilanında bulunan tek ülke olmuştur.

Hal böyle iken mangalda kül bırakmayanların ‘En büyük ses bizden çıktı, başkaları hep susuyor(!) demeleri neyle izah edilebilir?

Hem Terörist Siyonist rejimin, halkı zorla aç ve susuz bırakarak insanlık felaketine yol açtığı Gazze’ye saldırıları 123. gününde devam ederken, Türkiye’nin de Siyonist rejime ihracat yapmaya devam ediyor oluşu orta yerde duruyor iken insan bunu neyle izah edebilir?

TV ekranlarındaki ikinci nakarata gelince;

Kendileri hiçbir şey yapmayıp devamlı neden ‘Araplar ya da İran savaşa girmiyor? Neden filan örgüt büsbütün savaş ilan etmiyor? Tarzındaki sorular kendi içinde çelişki barındırsa da her tartışma programında yeterince tekrarlanınca insanların bilinçaltında bir şekil oluşturmaya yetiyor.

Oysa olay başka bir yönü ile ele alındığında; TV programlarında söz birliği edilmişçesine aynı nakaratın tekrar edilmesi, Türkiye entelijansiyasının yumuşak koltuklarda oturup ‘Aç ve susuz insanların kanları ve gözyaşları üzerinden’ edebiyat parçalamaları sadece bir istihbarat operasyonu kokusu verdiği hissedilmektedir.

Alelade insan, yaşanan Gazze trajedisi konusunda dişe dokunur hiçbir şey yapamıyor olabilir ama başkasının neden bir şey yapmadığı üzerinden söylem geliştirip saldırgan bir tavır takınması ya psikolojik bir sorunun habercisidir ya da istihbarat aparatlarının hususi çalışmalarıdır.

Bu hengâmede hangisi olursa olsun demek de doğru değil, çünkü birincisi saflıkla geçiştirilebilirken ikincisi ‘Çevre ülkeleri ya da örgütleri büyük oyunun içine itip Akbaba misali ne pay koparacağını beklemekle’ ilgilidir.

Üçüncü nakarat olan ve ‘Küresel güçler, Küreselciler…’ diye başlayan yorum vurgusu da başlı başına problemlidir.

Türkiye entelektüel birikiminin önemli bir kısmı Batı Endeksli eğitim modeli ve perspektifi ile yetiştiği için tüm gündemi ‘Küreselcilerin ve küresel güçlerin kendi aralarındaki kısır çekişmeler’ ile yorumlamaları sorumluluktan kaçışın bir yolu olarak ifade edilebilir.

Gazze’deki iman duvarına çarpıp afallayan Batı bakışlı ve pozitivist yorumlar işin içinden çıkamadıkları için ‘bekleyin göreceksiniz, ABD büyük oyun kuruyor…’ deyip durmaktalar.

Benzer şeyi Gazze’deki direnişçiler de tekrarlıyor:

“Bekleyin göreceksiniz, Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih ile sarsılacaksınız” diyorlar. Doğrusu Gazzelinin sözü kalbe ve zihne daha yakın geliyor.