• DOLAR 34.33
  • EURO 36.444
  • ALTIN 2836.698
  • ...

Kirli dünyanın, ayaklar altına alınası bencil cahilliğin savaş çığırtkanlıklarında tek masum olan çocuklar. Büyük adam(!)ların, kravatlı cahillerin kurguladığı ölüm senaryolarından bir tek düşünemedikleri ‘insanlık`! O insanlık ki, düşünülmediği/hesaba alınmadığı zaman esfel çukurlarından bize yansıyacak olan şeytani yüzler...

Suriye... Kan kaybedişinin kaçıncı yılında? Çocuk ölümlerinin kaçıncı yaşında? Çocuklar kan şekeri içerlerken, sağımızda Aylan solumuzda Ümran olduktan sonra bu savaşın zaferi neye yarayacak? Çocuklar kurşunlardan ölüm toplarken, buna sebep olan sorumluluların yaşama sevinci/ sebebi neyle özetlenebilir? Böylesine canileşecek ve yıllara hüküm sürüp kaydedişleri görmeyip koltuğa sevdalananların akıbeti nice olacak acaba? Sorular uzayıp giderken tek alınamayan cevap, çocukların daha ne zamana kadar ağlayacakları...

Tek başına ‘suriyeli çocuk` bile hüznü barındırıyor içinde. Mülteci ızdırabıyla boğuşurlarken kıyılardan çocuk cesetleri toplanıyordu. Mülteci soğukluğuyla büyürlerken köşe başlarında mendil satıyor, sokaklardaki halleri anlatıyordu, melallerini... Duruşları mazlumluk akıyordu, mazlumluk kokuyordu. Kalmak ve gitmek arasındaki izahı Aylan ve Ümran yapmıştı aslında. Her halükarda acı düşüyor payelerine ve onlar üşüyorlardı...

Bilmiyorum onlar üşüdükleri kadar bizi de üşütüyorlar mı? Yoksa onlara tebessüm cimriliği yapan adamlar mıyız ya da onlara baktığımızda ‘Suriyeliler böyle..` diye başlayan cümleleri söyleyenlerden miyiz? Suriyeli çocukların gözlerine bakdıkça özümüze dönmüyorsak, bir gözyaşı yoksunluğu yaşıyorsak o zaman biz vicdanı yitirmiş adamlarız... Özümüze dönüp bir ensar profilini deklare etmiyor, ondan da öte merhametçe yaklaşamıyorsak biz ölmüş adamlarız...

Niye mi yazıyorum bunu? Acıları üzerinden edebiyat yapmak değil derdim! Bir yandan Ümran`ın resmine bakıp, diğer yandan yazıyorum. Ama biraz önyargılarımızdan, vicdansızlığımızdan, insansızlığımızdan, Müslümansızlığımızdan soyutlanalım istiyorum.

Biz bu çocuklarla birlikte yaşayan, birlikte büyüyen aynı sokakları birlikte yürüyenleriz. Herkesin anısı vardır bir muhacir çocukla... Herkesin karşılaşmış olduğu bir Aylan`ı, Ümran`ı vardır. Fakat ona olan ilginin boyutu sadece ‘karşılaşmadan` öteye gitmiyorsa onun bir anlamı yoktur.

Televizyonlarda zulmün karelerini izleyipte çocukları gördüğümüzde dayanamadığımız, gökyaşı olup aktığımız, dualara durduğumuz çocuklar yanıbaşımızda. Her karşılaşmamız bir şefkat yumağına dönüşmüyorsa, eller başlara değmiyorsa, ceplerimiz konuşmuyorsa biz insan fakirliğinde bitenleriz. Sadece uzaktan sevmekle, uzaktan gözyaşı ısmarlamakla olmaz! Yürekteki gerçek acı yanıbaşındaki mazluma sergileyeceğin tavrında belli olur oysa...

Zaten kendilerini belli ediyorlar. Gözlerindeki mahmurluk, yaşlarına ağır gelen acılar simalarını belli ettirirken duyarsız kalmak, arsız olmaktır.

Hele ki yamalı kıyafetlerindeki mahzunluk ifadesi ve çıplak ayaklarındaki yırtık ayakkabılarla dahi gönülleri etkilemiyorsa aksine; kirli önyargıların hedefi haline getiriliyorsa o halde söyleyecek kelam da bulunmaz. Onlar bu halleriyle kirlenmiş insanlığı aklamaya çalışan neferlerdir aslında... Onlara karşı bakışımız bizi ya aklayacak ya da karalayacak...

Ümran`ın bakışı ne çok şey anlatmıştı. O bakıştan sonra bile hala yürekteki akışlar değişmemişse, o yüreğin derinliğinden birşey anlaşılmamış demektir. Şimdi her gördüğüm Suriyeli çocuk bir Aylan oluyor, Bir Ümran oluyor gözümde. Sanki dokunmazsam onlara Ümran bakışı canlanacak bana...

Bir çocuğun ne suçu olabilir ki? Yazgısı buraya düşmüşse, ona bir de Müslüman kardeşi vurursa kime dönecek yüzü... Çizgide devrim yapmış Hanzala gibi küsmüşlüğe mi oynasın rolü? Arkasını dönse Hanzala, yüzünü dönse Ümran oluyorlar... Ve biz şahit olurken hallerine, ahrette elbette sorgulanmaya düçar kılınır benlikler...

Her Suriyeli çocuk bizim gözbebeğimiz, savaştan kaçmış mazlumluğumuz, çaresizliğimiz, paramparça olmuş halimiz, acizliğimiz olmalı... Ümmet, savaş çocuklarının aynasına bakıp kendi acizlğini görebilmeli. Onların durumu; tembelliğimizin, aşina olup vurdumduymazlığımızın, bir gözyaşı döküp yine dünyaya dalışımızın sonucudur... Onlara dönmek ahret kazancımızın meyvelerini hazırlarken, sırt çevirmek en büyük kaybedişin sebebi olacaktır.

Onlarla her karşılaşma kötü söze değil; iyiliğe, şefkate, merhamete, belki de utanmaya kapı açsın. Ellerimiz başlarına sevgiyle değdiği gibi ceplerimize de değsin. En nihayetinde bir çocuk ilgi ve merhameti ister bir de eline tutuşturulacak parayla sevinir. Ama kendi çocuğunuza verdiğinizde dahi kabul etmeyecek küçük bozuk paralarına değil, en büyüklerine gitsin eller. Yüreği büyük olanın, merhameti de büyük olur!
Bir çocuğun gülüşüne sebep olmak, sevincine neden olmak isteyen, Suriyeli çocukları görmeli... Onların narin yürekleriyle şefkat kanatlarını örmeli... Kravatlı cahiller onlara ölüm verirken, hicrete zorlarken, oyun zamanlarını ellerinden alırken bizim onlara verceğimiz sevgi, merhamet, şefkat olmalı. Kravatlı cahillerle aramzıdaki en büyük fark budur zaten, bu olmalı. Biz Suriyeli çocuğun gözyaşından ihtiyarlaşmış çizgilerini, tebessüme çevirebiliriz bir nebzede olsa...

Onlara her baktığımızda ‘Ümran` gelsin aklımıza... Az biraz insanlık kalmışsa o kafi gelecektir inşallah!