ŞEHADET Mİ, ANNEM Mİ?
Şubat Şehadet ayıdır. Hem öyle bir ay ki, yeryüzünden Gökyüzüne şehadet nağmeleri sunulurken, gökyüzünden yeryüzüne oluk oluk Rahmet yağıyor.
Özellikle Gazze şehadet kanıyla boyanarak bu rahmete doya doya kandı...
Belki zahirde yaşadıkları bu acılar azap olarak görünse de aslında manen en güzel rahmet ve berekettir onlar için.
Çiçeği burnunda gelinler, hayalleri olan anne ve babalar “Şehadet Burağına” binip, acıların, ölümlerin, açlık ve çaresizliğin olmadığı Baki cennetlere uçtular.
Şimdi onlar mı, yoksa dünya ve dünyalıkların kuşattığı bizler mi acınacak durumdayız?
Oysa dünya ve dünyalıklar bizi bu denli sarmadan evvel, dualarımızın en başına alırdık şehadeti...
Tıpkı dilenci misali önümüze gelen her kişiden şehadet için dua dilenirdik.
Hatta kimimizi öyle sarmıştı ki bu şehadet aşkı, sokak sokak arar olduk şehadeti...
Gecenin bir vaktinde kalkar suya hasret toprak gibi, hasretle dile getirirdik şehadet aşkımızı Rabbî Rahman’a...
Peki, ne oldu şimdi bize?
Mehmet Göktaş hocamızın deyimiyle...
“Şehadeti unutmak en büyük ihanettir”
Şehadetten daha güzel ne olabilir ki
Bize şehadeti unutturan...
“Şehadet mi annem mi?”
Şehadet mi, çocuklarım mı?
Şehadet mi, eşim, işim mi?
Şehadet mi, dünya ve dünyalıklar mı?
Yoksa biz de şehadeti unutarak, şehadete olan sevdamıza ihanet mi ettik?
“Hayır, hocam biz Allah yolunda şehadete ermek istiyoruz ”dediğinizi duyar gibiyim.
Fakat başta nefsim olmak üzere, bu konuda pek de samimi değiliz bence...
Neden mi dersiniz?
Çünkü şöyle bir Gazzeli Şehadet adaylarının yaşam biçimi ile bizimkini bir kıyaslayın, o zaman bana hak vereceksiniz.
Zira onlar yürüyen şehitlerdir.
Şehit olmak için önce şahit olmak gerekir.
Onlar hem şahit, hem şehit oldular.
Ve düğüne gider gibi şehadete koştular.
Taziye değil, şehadet tebriklerini kabul ettiler.
Şehadeti bir kayıp değil, bir şeref olarak gördüler.
Zilletle yaşamaktansa izzetle ölmeyi tercih ettiler.
Onlar izzetle ölürken, ümmet zilletle bu ölümleri sadece seyretmekle kaldı.
Onlar Allah için can verirken, bizler her gün biraz daha öldük, battık şu fani dünyanın şatafat ve şaşasında...
Onlar Allah için feda ettikleri İsmaillerini Rablerinin ülfet ve muhabbetine vesile kıldılar.
“Rabbim sen bizden razı olana kadar al canlarımızı” diyerek tarihe adlarını, iman ve şehadet dersini altın harflerle kazıdılar.
Onlar şehit oldukça imana susamış ölü yüreklerin dirilişine vesile oldular.
Tohum olduğumuzu bilmiyorlardı. Biz toprağa düştükçe yeni baharları yeşerttik bağrımızda...
Evet, Gazze unuttuğumuz şehadeti, şehadetle gelen saadeti hatırlattı bizlere...
Sanki Rabbim tüm iman, teslimiyet ve şehadeti Filistinli kardeşlerimize bahşeylemiş.
Gıpta etmemek mümkün mü?
Birilerinin malına, makamına, dünya ve dünyalıklarına değil de, Gazzeli mücahit ve mücahide kardeşlerimizin Allah yolunda param parça oluşuna gıpta etmeli değil miyiz?
Ne mutlu onlara ki, en güzel bir şekilde yaşayıp, en güzel bir hal üzere şehadetle şereflendiler.
Herkese nasip olmaz bu güzel ve özel makam...
Zira Efendimiz (sav) dahi,
“Keşke Allah yolunda ölsem tekrar dirilseydim, sonra yine ölsem tekrar dirilseydim, sonra yine ölsem tekrar dirilseydim” diye defalarca şehadetin o yüce makamına iştiyak duymuş.
Şimdi hepimiz şöyle bir yürek analizi yapalım.
Şehadet mi, annem mi?
Şehadet mi, eşim mi?
Şehadet mi, çocuklarım mı?
Şehadet mi, dünya ve dünyalık makamlar mı?
Hangisi ağır basıyorsa işte biz o çizgideyiz.
Rabbim bizleri de, Ebu Bera misali yürek ellerimizi ona açıp,
“Ya Rab bana rızık olarak şehadeti ver”
Diyebilen şehadet aşıklarından eylesin inşallah...
Selam olsun Ümmet’in derdiyle dertlenen tüm Şehadet aşıklarına!