ESERLERDEN ESİNTİLER TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI - NURETTİN TOPÇU
Bize bir insan mektebi lazım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlaki değeri olduğunu tanıtsın; hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarınıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.
(Nurettin TOPÇU)
Türkiye’nin maarifini, yani eğitimini dava edinen öğretmen-yazar-mütefekkir Nurettin Topçu’nun bu sözleriyle başlamak istiyorum yazıma. Ruhunu arayan bir öğretmenin ulvi gayesini tasvir eden ve bizlere Nurettin Topçu’nun vizyonunu gösteren bu arzuhal ile... Bu vizyonu hayata geçirecek, geleceğin tohumu olarak yeşerecek gençler yetiştirmeyi arzuluyordu Topçu. Zira Topçu, beklenen gençliğin bir umut, bir hayat aşısı olarak milletlerini ileriye taşıyacağının inancındaydı. Gençlere söyleyecek sözü olmayan ve kalmayan hiçbir davanın, geleneğin, kültürün daim ve kaim olamayacağının bilinciyle…
Gençlik, daha önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi bitmeyen bir hazinedir, geleceğin tohumudur. Gençliğin kevn-ü fesadı her an içinde durmadan yaşadığı o büyük potansiyelinin farkına varan Resulullah (SAV), davasının belkemiğini gençlerden oluşturmuştu. Ashab devri, iman ve aşk ile yoğrulan, Kur’an-ı Kerim ile gıdalanan bir nesildi. Suffa ashabının beslendiği bu ruh, fethedilen yerlerde yüreklerin fethine de vesile oluyor, milletleri ihya ediyordu. Yazarın da ifade ettiği gibi ne zaman ki bu ruh zamanla kocayıp yaşlandı, her an yaratmakta olan Rabbimiz kadir-kıymet bilen bir nesille beraber tekrardan bu ruhu ihya etti.
Anadolu coğrafyasında da durum böyleydi. Alparslan’ın sevgisi, Osman’ın adaleti, Yavuz’un cesareti, Fatih’in fetaneti, o toplumların gençliğine de sirayet etti. Savaşta Yavuz, barışta Yunus libasını kuşanan bu gençliğin önderleri de onlara örnek olacak haslete sahipti çünkü. Bu hasletin kaynağı ise hiç şüphesiz ilme ve âlime hürmetten gelirdi. Âlimin ayağından sıçrayan çamura dahi saygı duyan padişahların hürmeti, üç kıtada at koşturmaya değin büyük bir gücü verdi onlara. Yavuz’un şu satırları, bizlere bu hürmetin derecesini göstermesi açısından önemlidir:
Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir veliye bende olmak cümleden a’la imiş.
İlim aynı zamanda sebat, vefa ve sadakat bekler talebesinden. Alimin değerinin yükseldiği, ilim meclislerinin kurulduğu demlerde milletler yücelmiş; ilmin ikinci plana atıldığı, yok sayıldığı, menfaat aracı olarak görüldüğü demlerde ise milletler çökmüştür. Zira bir toplum kendi nefsini değiştirmedikçe Allah da o toplumu değiştirmez. (Ra’d Suresi 11)
Yazara göre çağının en önemli eğitim kurumları olan medreseler, millet ruhunu, sosyal ve fenni gelişmeleri tam idrak edemediğinden dolayı zamanın ruhuna yenildi. Zamanın ruhuna yenilenlerin karşısında, zamanın önde gelen ideolojilerinin peşine takılarak kendi ruhunu kaybedenler yer aldı. Servet-i Fünun ile başlayan bu süreç, cılız, imansız, bitik ve cesaretsiz bir gençliği ortaya çıkarmıştı. Yazarın muhteşem tasvirine göre bu nesil, kendini inkar ederek batıya çevrilmek isterken materyalizmin ve pozitivizmin çorak zemininde kendi kurbanlarını verdi. Önce Fransız’la başlayarak Avrupa mukallitliğine dönüşen bu taklit rüzgarı, Avrupalıların bile korktuğu bir Amerikanvari Kapitalist kasırgaya kendini kaptırdı gidiyor. Öte yandan Asya’nın bağrından kopup gelen anarşist bir sistemden beslenmeye de başlayınca büyük bir karmaşaya şahitlik ettik, etmeye devam ediyoruz toplum olarak. Yazarın o zamandan dikkat çektiği bir başka tehlike de eşyanın tahakkümü ve insanlığın teknolojik köleliğidir. Şiir meraklısı gençlerin yerini lüks otomobil tutkusu almış örneğin. Ruhun makineleştiği bu çağda, diğer saikleri de göz önüne alarak insanın kimlik karmaşası yaşaması işten bile değildir.
Böylesi bir kimlik bunalımında düşünce ve eğitim sistemimizin düzenlemesinin yabancılara bırakılması da ayrı bir kabahat olarak karşımıza çıkmaktadır. Her gelenin bir diğerinin zıddı, aynı zamanda kültürümüze yabancı olan ruh ve yaklaşımları dikte ettiği bu kargaşada ezilen ruhumuz ve eğitim davamız oldu. Oysa Aliya’nın dediği gibi yenilgi, düşmana benzeyince başlardı. Düşmanın silahlarıyla düşünüş, düşmana bağımlılığın da sebebi oldu. Oysa yanlış vasıtalarla şahsiyet kullanılamazdı. Yazarın ta o zamandan tespit ettiği hakikatlerin bilhakika şu an yaşanması da ayrı bir üzüyor bizi.
Millet maarifinin en önemli yapım ve yıkım aracı olan dil meselesine de değinen yazar, dilin gittikçe güdükleşmesinden Dil Kurumunu sorumlu tutuyor. Zira o dönemlerde Osmanlıca olarak tabir edilen, avamın da havasında asırlarca kullandığı ve Arapça ve Farsça ile etle tırnak halinde olan dil, saf Türkçe mefkûresiyle hançerlenerek güdük bırakıldı. Bu da dili, sadeleştirme akımlarına maruz bıraktı. Ancak yerine kullanılacak kelime bulunamayınca ve onların yerine uydurulan kelimeler de gülünç duruma düşünce, oluşan boşluğu yabancı kelimelerin tasallutuna açık hale getirdiler. Böylesi yıkımın etkisiyle nesil, kendini ifade edecek kelimeler bulmaktan aciz bir konuma düştü. Eserler sadeleştirilmişin sadeleştirilmişi olduğu halde anlaşılamayacak hale geldi. Gittikçe daralan söz varlığımız, kontrolsüz ve boğucu neşriyatın, sosyal medya fenomenlerinin, Tiktokvari zehirli akımların tasallutuyla iğdiş edildi. Böylesi kısırlaştırma da düşünce darlığına sebebiyet verdi. Dinde ve dilde, sanatta ve devlette büyük millet varlığımız sönük bir hayale dönüşerek bize veda etti. İşte böylesi bir düzlemde yazarın bulunduğu devrin ufkundan fersah fersah geride olduğumuz halde, bizlere sunduğu ve diğer yazımızda biraz daha ayrıntısına girerek açıklayacağımız şu tavsiyesine kulak vermek gerekir. Nedir bu düşünce?
Bin yıllık millet iradesiyle, bin dört yüz yıllık millet karakterinin yaşatılması ve millet vücudunun tarih şuuru ve eğitimle gelişeceğini savunuyor yazar. Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlaka, nihayetinde dine yükselmek gerektiğini belirtiyor. En az 3 asırlık buhrandan kurtuluşun, kerim kitabımız Kur’an’ın burhanıyla yürüyerek sağlanacağını düşünüyor. Böylesi bir yürüyüştür ancak, nesli kurtaracak olan. Ve bu yürüyüşe biz, millet maarifi diyoruz.
Rabbim nasip ederse gelecek yazımızda millet maarifini, onu oluşturan mektebi, içindeki en önemli etken olan muallimi, muallimin ihya edeceği gençliği, davayı ve o davanın hayatiyeti için tüm kademelere sunduğu tavsiyeleri sunup istifade etmeye çalışacağız.
Rabbim Kitaptan ayırmasın!
Selam ve dua ile…
Abdullah AYYILDIZ