• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

 Abdullah AYYILDIZ

Ve Selahaddin… Bunca tehlikeyi gören ve çağrısı yeterince aksi seda bulamayan Selahaddin… Kudüs’ü bir kor gibi elinde tutmak namına Akka’yı müdafaada yetersiz kalır Selahaddin. Zira eşine az rastlanır bir müdafaadır bu. Kaleyi savunan Müslümanlara hücum eden Haçlılara, karşı hamledir yaptığı. Öte yandan sahil şeridinden gelen ve her geçen gün vahşiliğinin yanında çirkefliğini de arttıran bir Haçlı ordusu… Yeri gelir Askalan’ın surlarını kendi elleriyle söker, yeri gelir Remle’de çarpışmanın en can alıcı yerinde ölümden döner. İslam ve Müslümanların onurunu koruduğu için ısrarla yardım ister halifeden ve Müslümanlardan. Yardım arar, yardım gelmez. Müslümanların ittihadı için yürek burkan çağrılarına karşılık halife, ısrarlara dayanmaz; sadece güdük ve geri ödemeli bir yardımda bulunur. Diğer beylikleri ise kazanılan Kudüs zaferinin heyecanı dahi coşturamaz, önüne kattığını götüren bir sele dönüşen bu gücün önüne çıkmaktan geri dururlar.

İşte bu noktada biz, hem mahzun ve yalnız hem de tüm imkânsızlıklara rağmen tevekkülü kuşanan bir Selahaddin’i görürüz. Gündüzleri savaş meydanı, geceleri gözyaşıyla ıslanan seccadelerdi savaş alanı. Yazarın özellikle Kartalın Kanatları Altında bölümünde yalnızlığı ve mahzunluğunun yanında onun ve ordusunun karşılaştığı muameleyi gözler önüne serdiği bir bölüm var ki insanın içini cız eden, vaveyla kopartan bir vaziyettir. Allah için cehdü gayrette bulunan insanlara karşı kitlelerin duyarsızlığını; onlar için didinen, evinden yurdundan olan, onlara şeref kazandıran bir topluluğa vefasızlığı vurucu örneklerle belirtir. Ve yazar, Emir Bozarslan’ın dilinden taltif eder Selahaddin’i: “Selahaddin büyük adam. Ve bütün büyük insanlar gibi yalnız ve kıymeti anlaşılamayan bir adam.”

Savaş ve diplomasi mekiğinin dokunduğu o yıllar hızla yaşlandırır Selahaddin’i. Ve hasta yatağında bir ziyaretçisi vardır, gönlü ona kırgın olan: Kızı Münise… Bir çocuk olarak babasına ettiği sitemleri öylesine içli sunar ki zamane dava adamlarının kızlarıyla olan değişmez muhabbetlerden tanırız o konuşmayı. Esma Biltaci’nin babasına ettiği sitemin benzerini serdeder kızı. Bir bakıma haklıdır da nitekim. Annesi vefat eder, babası yoktur. Hafız olur, babası yanında yoktur. Evlenir, gözü babasını arar, arar, yine de babası yoktur. Bir yetim gibi çıkar baba evinden. Dertlenir, babası yoktur, keyiflenir yine yok. Ve Selahaddin, kızının bu sitemine hak vermekle beraber vaziyetin ve mesuliyetin ne denli ağır bir yük olduğunu şu vurucu sözlerle beyan eder:

“Ne yapsaydım, söyle! İslam’ın evi üzerimize çökerken, üç beş yalancı pehlivanla çevgen mi oynasaydım? Dünya yanarken onu seyreden vurdumduymaz bir molla mı olsaydım? Topraklarımıza, mabetlerimize, kadınlarımıza tecavüz edilirken şiirler okumakla yetinen bir budala gibi mi yaşasaydım? Kudüs, istilacı iblislerin ayakları altında ezilirken ailemi alıp çöllerde bedevilere mi karışsaydım? Frenk ordularını ve krallarını görünce kuyruğunu kıstırıp kaçanlar gibi, anamın dizinin dibinde mi uyusaydım? Frenkler Hicaz’a bile göz koymadılar mı, hacıları katletmediler mi, Peygamberimizin naaşını çalmaya yeltenmediler mi? Kâfirlerin sancağı altında yaşasaydın, alnın secdeye varır mıydı, evin kitapla dolup taşar mıydı? Gelip babana bunları sayıp dökebilir miydin?”

Bu savunma, Selahaddin’i Selahaddin yapan kaidelerin neler olduğunu da bizlere aktarır aslında. Her daim diri bir ordu, müesses bir nizam, şecaati ilimle yoğuran bir cihad… Düşmanları bile hayrete düşüren merhamet timsali karakter, gücünün ve imkânlarının en yoğun olduğu zamanda dahi korunan zühd… Nice ihanet ve vefasızlığa karşın sürdürülen diğerkâmlık… Yerinde durmayı zul sayan ve bir şeyler yapmayı salık veren ümmet bilinci… Sünnete ittibayla menhecini bulan dirayet… Ölmeden önce kefenini gezdirerek dahi olsa halkı irşad eden muallim… Ardında bıraktığı birkaç kuruşla rızayı ilahiden sapmadığını belgeleyen istiğna… Ve uğrunda öncesi ve sonrasıyla bedel ödemekten çekinmediği Kudüs sevdası.

Bu ve daha fazlasının birleşimiydi Selahaddin. Ve Selahaddin’in vizyonu, bir kartalınki gibi keskindi aynı zamanda. Zira akrabalarını, askerlerini, halkını acziyet ve erdemleriyle birlikte tanıyor, yakın çevresindekilerden ne ölçüde ve nerede yararlanacağını iyi analiz ediyor, hangi şehrin mayasının fedakârlık ve cengâverlikle, hangisinin görgüsüzlük ve korkaklıkla yoğrulduğunu biliyordu.

Tabi ki her beşer gibi Selahattin’in de hataları olmuştur. Bazılarına maraz gibi gelen merhametin dozajının kaçırıldığını düşündüğü tutum belki sorgulanabilir. Ancak Haçlı ateşi içinde yanan Kudüs’e için için yanan yüreğinin safiyetini, kurtuluş emelleri için tüm amellerini ona hasretmesini, fethettikten sonra Haçlıların gazabını üzerine çekmek pahasına tüm cehdini ortaya koymasını sorgulamak haddimize değildir.

Kudüs davasının kilometre taşlarından birini daha tanımak adına bir gayrete giriştik. Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin’in karakterini, etrafını tezyin eden büyük komutanları, III. Haçlı Seferinin önemli ayrıntılarını kurgu ve gerçeğin harmanlandığı bu romanın iklimine dalmak nasip oldu. Özellikle kitabın sonunda yer alan ve yazımızın başında bir parçasını aktardığımız şiir, yazarın şairane ruhunun incelikli yansıması olarak önümüzde duruyor.

Rabbim başta kitabın yazarı olmak üzere Kudüs’ü gündem edinen bizleri gücendirmesin, bilakis Kudüs’ün özgürlüğüne şehadet etmekle gönendirsin!

Rabbim kitaptan ayırmasın!

Selam ve dua ile…