• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Tarih, birbirine eklemlenmiş birçok parçanın bütününden oluşur ve bu bütünü okumak, meselelerin künhüne varmamıza vesile olur. Ancak bazen öyle şeylerle karşılaşırız ki her şeyin bu denli uyumlu bir şekilde tevafuk edişine şaşkınlık ve hayranlıkla şahitlik ederiz. Rum Suresi’nin tarihi tefsirini okurken bu duyguyu yaşarız mesela. Tüm olabilecek en düşük ihtimallerin birleşimi, girift bilmecelerin çözülmesine ve İslamiyet’in kısa sürede hızlı yayılmasına vesile olmuştur zira.

Nûreddîn Mahmud Zengî’yi araştırdığımda da aynı duyguya kapıldım. Çünkü vaziyet, olanca haşmeti ve vahşetiyle Müslümanların aleyhine işlemektedir. Abbasi halifeliğinin, dolayısıyla İslam aleminin öleyazdığı bir atmosferde başta Tuğrul-Çağrı Beyler ve Alparslan gibi Selçukluların himayesi; Müslümanların tekrardan ayağa kalkıp dirilmesine vesile olmuşsa da, 1099’daki I. Haçlı Seferiyle Kudüs’ün düşmesi işleri çıkmaza sürüklemiştir. Müslümanların arasındaki ihtilaflar da tuz biber olunca Haçlıların bir ur gibi coğrafyaya yayılması hiç de zor olmamıştır. Onların bu topraklara kazık çakmasında hilafet merkezinin lakayt tutumu, imanlı yüreklerin azalması, bir bina gibi saf saf durması gereken Müslümanların arasında ihtilafların ve çekişmelerin artması, lüks ve şatafat düşkünlüğü, ilmin medreselere hapsolması, halkın cehaleti, dayanışmanın azalması da etkili olmuştur. (Bir yerlerden tanıdık geliyor mu?)

İşte böylesi yıkım atmosferinde bir ümit kıvılcımı olarak ortaya çıktı Nûreddîn Mahmud Zengî. Tüm yalnız bırakılmışlığına rağmen davayı göğüslemeyi başarmış ve yıkılmak üzere olan ümmete diriliş soluğu üfleyerek kendine gelmesine vesile olmuştur. Böylelikle hem kendisi, hem de halefi olan Selahaddin, yaptıkları ve etkileriyle şu ayete mazhar olmayı başarmıştır inşaallah:

Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir. (Maide Suresi )

Geçen yazımızda Abdulkadir Turan Hocanın lise-üniversite öğrencilerine yönelik tarih bilinci aşılayan Nûreddîn Zengî kitabından istifade etmiştir. Bu yazımızda da başta bu eserden olmak üzere Nûreddîn Zengî ile ilgili edindiğimiz bilgileri, üstte yer alan ayeti baz alarak sunmaya çalışalım. Bismillah…

 Genel anlamda bir irtidat olmasa da İslam dünyasının müthiş bir çözülme içinde olduğu su götürmez bir gerçekken, bozulan düzeni yeniden tesis edecek güçlü bir lidere ve topluluğa ihtiyaç duyulmuştur. İşte burada Nûreddîn Zengî, bu vasıfları barındıran bir toplum ve medeniyet kurmuştur. Kurduğu bu düzende aldığı ilmin, edindiği terübelerin, yönetim anlayışının etkisi büyüktür. Gazzali ekolünden edindiği ilimle, babasından aldığı yönetimsel bilgiyi ve Şirkuh gibi askeri yeteneği olanlardan aldığı askeri bilgiyi meczetmesi, onu bilge bir asker, adil bir hükümdar, arif bir devlet adamı yapmıştır. Adaletinin nişanesi olarak da İbn Esir’in şu tespitine yer verebiliriz: “Raşid halifeler ve Ömer bin Abdulaziz’den sonra ondan daha ahlaklısına rastlamadım.”

Onun adaleti tesis etmek için kurduğu nizam çok önemlidir. Öncelikle “Kadilkudatlık” sistemini devreye sokmuştur. Bu da adalet mekanizmasının tek elde toplanmasını, gerektiği vakitlerde kadıların dahi sorgulanabilmesini sağlamıştır. Dar-ul adl denilen ve halkın şikayetlerini dinlediği mahkemelerin başkanlığını kendisi yaparak halkından bigane kalmadığını da göstermiştir. Yönetim olarak otoriter bir kişiliği olan Nûreddîn, naipler sistemini geliştirmiştir. Kalelere hadım yöneticilerin atanması, şehirlerde hem naip hem de askeri vali gönderilmesi, ribatlarla hem halkın ihtiyacını gidermesi hem de istihbari bilgi toplaması, Nûreddîn'in temkinli bir lider oluşunun da göstergeleridir.

Urfa Kontluğu’nu ortadan kaldırması, Antakya Haçlılarını sindirmesi, İsmailî tehlikesini bertaraf etmesi, Halep-Musul-Şam özelinde Suriye’yi, Fatımi devletine son vererek Mısır’ı zapt-u rapt altına alması, böylelikle Haçlıların ve Batınilerin kabusu oluşu, askeri başarılarından birkaç tanesidir. Fetihten önceki sulh öncelikli tutumu, fetihten sonrasında halkı vergilerden arındırarak müreffeh bir hale getirişi, fethettiği yerlere hanlar, hamamlar, adalet sarayları, medreseler inşa etmesi, ilim ehline hürmet etmesi, medreselerin oluşturulmasına önayak olması, fethettiği yerlerde gönülleri kazanmasını da sağlamıştır. Bu yönüyle Nûreddîn’in zaferleri hem insanî, hem medenî, hem de insanîdir.

Özellikle Ali Emre’nin romanında da dikkatimi çeken en önemli özelliği de başta kendisine, sonra hanımı İsmedüddin Hatun’a zühdü sevdirmesidir. Kendisini maaşa bağlatması, marangozlukla iktifa etmesi,  hükümdarlıktan ayrıca bir gelir elde etmemesi, ganimeti muhtaçlara dağıtması, halkın içinde fark edilemeyecek bir sadeliğe sahip olması, onu zamane yöneticilerinden ayıran en önemli göstergelerdendi. Belki de bu safiyetin, ihlasın, samimiyetin yüzü suyu hürmetine gelmiştir bunca başarı.

İbadete düşkünlüğü, onun veli bir zat olarak kabul edilmesine vesile olmuştur. Hatta onun hakkında anlatılan menkıbeler arasında Hz. Peygamber’in (SAV) kabrini çalarak Papalığa prestij kazandırmaya çalışan iki adamı, rüyasında bizzat Resulullah’ın (SAV) haber vermesiyle bulduğu rivayet dilden dile dolanır. Musul seferinden sonra cihad konusunda gevşeklik göstermemesi için Peygamberimiz (SAV) tarafından ihtar edilmesi de bu rivayetler arasındadır.

Batinî düşünce, saf Müslüman zihinleri idlal ederken Nûreddîn, bunun çaresinin Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılmakta olduğunu bilmiş ve gittiği yerlerde ya medreselerin ve dergahların kurulmasına önayak olmuş, ya da izin vermiştir. Kaybolmaya yüz tutmuş sünnetlerin yeniden ihyası için gösterdiği bu çaba, Selahaddin’in de ilham alacağı nice örneklere vesile olmuştur. Sünni Müslüman aklın kilit taşlarından biri olan ancak pek de kıymeti bilinemeyen bir alimdir de aynı zamanda.

Nûreddîn, sabırla elde ettiğini daha büyükleriyle perçinlemeden durmayan büyük bir stratejik dehaydı. Musul’un fethinden sonradır örneğin, Kudüs ve Konstantinapol fetih niyetini aşikar etmesi. O niyetin en önemli nişanesi de, kendi ustalığıyla hazırladığı minberdir. Kazandığı fetihlerle Haçlıları darmadağın ederek yüreklere umut aşısı ekecek; Necmeddin Eyyüb’ün oğlu, Şirkuh’un öğrencisi Selahaddin Yusuf tarafından Hıttin’de başarılacak ve Kudüs 88 yıllık esaretten kurtulacak ve o minber Mescid-i Aksa’ya yerleştirilecekti. Kısacası o, Haçlılarla olan mücadeleyi başarıya götürecek yolu ihya etmişti. Ömrü yetse, İstanbul’u fethetme müjdesine nail olmak adına atını sürmekten geri kalmayacağı da aşikardır. Zira Ortodoks Bizans ile Katolik Haçlıları birbirine kırdıracak, yeri ve sırası geldiğinde ikisini de yok edecek denli stratejik bir dehaydı.

Nûreddîn Zengî’nin göz kamaştıran hayatı tabi ki de bununla sınırlı değil. Ve açıkçası Kudüs davası, Nûreddîn ile de sınırlı değil. Kudüs davasını zinde tutacak, bizleri hakikatimize sımsıkı sarılarak geleceğe emin adımlarla yürümemizi sağlayacak bir sürü örnek var önümüzde. Selahaddin’i Selahaddin yapan imkanları sağlayan Nûreddîn de bunlardan biriydi.

Şu an bizleri ümitsizlik girdabına sürükleyen reel politiklerin, kirli ağların, süper güç masallarının, Müslümanların öğrenilmiş çaresizliğinin bir balon olduğunu keşke bir algılayabilsek. Tüm dünya Müslümanlarına sırtını dönüp kulağını kapatarak Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya saldıran İsrail’e korku salan bir avuç Müslümanın içinde ne Nûreddînler, ne Selahaddinler gizlidir, bilemeyiz. Ama biliriz ki bu dava, bitti derken “Kûn feyekûn” sırrıyla yeniden ihya olan bir davadır. Selçuklu buna şahittir, Nûreddîn buna şahittir, Selahaddin buna şahittir, şanlı geçmişiyle Osmanlı buna şahittir. Yeter ki buna inanılsın. Üstteki ayete mazhar olan o toplulukla olacak bu iş. Rabbim bizleri muhabbetle kuşattığı o fırka-i naciyeden eylesin!

Selam ve dua ile…

Abdullah Ayyıldız