Nureddin Zengi – (Dr. Abdulkadir Turan)
Binlerce yıllık insanlık tarihine yön veren şahsiyetler vardır. Kimi, zamanında çok parlatılmış, öldükten sonra adı anılmaz olmuş, kimi dilden dile dolaşan efsanelere konuk olmuştur. Efsanelere konu olan bu şahsiyetlerin çoğu kişi başarılarına yoğunlaşırken, işin mütehassısları o efsanevi şahsiyeti oluşturan zaman, zemin, imkan ve etki edici kahramanları da irdeler. Evet, öyle kimseler de var ki, efsanelere konu edinen kişilerin ardındaki asıl temelleri atan, müesses nizamı kuranlardır onlar. Ancak kıymetlerinin anlaşılması için zamanın keskin gözlerinden süzülen bir tutam bakışa ihtiyaçları vardır.
Kudüs, esaretine rağmen Filistinli Müslümanların cesaretiyle hala ayakta kalmaya devam ediyor. Bu cesaretin kaynağı, Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyûbî’dir. Haçlıları, seneler geçse de unutmayacakları bir bozguna uğratarak zafer kazanmıştı zira. Bu sebeple ismi dillerden, gönüllerden silinmeyecek derecede bir nişaneyle mühürlenmiştir.
Herkes Kudüs’ü fetheden adamı bilir de, onun yüreğine bu hayali gerçeğe dönüştürecek bilgi ve birikimi, ona bu ortamı sağlayacak imkan ve donanımı kimin verdiği ile pek ilgilenmez. Oysaki hayat hikayesini okuduğunda böylesi bir cevherin neden hala tanınmadığına hayret ediyorum. Zamanın Haçlı ordularının en büyük kabusu olmayı büyük bir siyasi deha, birlik ve adalet üzere kurulmuş devlet, ilim ve irfanla yoğrulmuş medeniyet, düşman azaltarak ve kan dökmeden savaş kazanma maharetiyle dolu muhteşem strateji ve tüm zenginliğe rağmen vazgeçmediği zühdü ile başararak suyu tersinden akıtan bu büyük sultanın adı, Nûreddîn Zengî’dir.
Nûreddîn Zengî, tanıdıkça hayran bırakan hikayesiyle birçok tarihçi ve edebiyatçıya konu olmuş bir karakterdir. Bendeniz şu anda hem Abdulkadir Turan hocadan hem de Ali Emre’nin romanından istifade etmeye çalışıyorum. Abdulkadir Turan hocanın Nûreddîn Zengî ile ilgili Erdem ve Ketebe Yayınlarında olmak üzere iki kitabı vardır. Nasip olursa Erdem Yayınlarından çıkan eseri üzerinden Nûreddîn Zengî’yi konuşmaya çalışacağız.
Bismillah!
Yazar, birinci bölüme Nûreddîn Zengî’nin dedesi ve babasından başlayarak Zengî hanedanını tanıtarak başlıyor. İkinci bölümde Babası İmaduddin Zengî’nin vefatından sonra beylikten devlete geçişte ağabeyi Seyfettin ve Haçlılarla olan münasebetlerini anlatarak hangi hamlelerle Haçlıların kâbusu olduğunu anlatıyor. Üçüncü bölümde adım adım sulh ile örülmüş stratejiyle ve en az savaşla Suriye’yi birleştirmesine değiniyor. Dördüncü bölümde Fatımî hanedanına ve Şii hilafete son vermesiyle İslam dünyasını bütünleştirmesi ve yakın markajda Kudüs’ün, geniş planda İstanbul’un fethine niyetlenirken vefatını anlatıyor. Beşinci bölümde imar ve inşa faaliyetleri ve yönetim tarzıyla bir medeniyet kurucu olarak tanıtıyor. Altıncı ve son bölümde ise Nûreddîn Zengî’yi Nûreddîn Zengî yapan adalet, cesaret, hakperestlik, affedicilik, dindarlık, zühd, cömertlik, ciddiyet gibi kişilik özelliklerine değiniyor. Şimdi kitaptan esinlendiklerimizi aktarma zamanı…
Babasının Caber Kalesi kuşatmasında bir hizmetkarı tarafından öldürülmesinden sonra Zengî hanedanı ikiye bölünmüş ve başa ağabeyi Seyfeddin geçmiş, Nûreddîn’e ise Halep kalmıştı. Bir yandan diğer Müslüman kabileler, öte yandan Haçlılarla uğraşması gerektiğinde Nûreddîn’in stratejisi genelde Haçlılarla mücadele, Müslümanlarla diplomasi ve müşavere üzerine bina edilmiştir. Çünkü onun için sulh ile çözülebilecekken akıtılan her kan israftır. Bu sebeple ağabeyi Seyfettin’e biat etmiş, önemli şahsiyetlerden Muineddin Üner’in diplomatik dehasının da getirisiyle Şam’ın desteğini de arkasına alarak, bazen Şam’a destek olarak Haçlılara saldırmıştır. Komutanlarından Şirkuh ve Ebu-d Daye’nin stratejik dehasından yararlanmayı da bilen Nûreddîn, bu talimgahtan geçen Selahaddin gibi devlet adamı ve komutanların yetişmesini de sağlamıştır.
Babası İmaduddin’in yokluğunda Nûreddîni küçük ve yok edilmesi kolay bir lokma gibi görme hatasına düşen Haçlılar, yanılmışlardı. Böylesi bir varsayımla hareket ederek saldıran Haçlılara, Nûreddîn’in ilk ama son olmayacak vurgunu, Urfa’nın fethi olmuştur. Haçlıların olanca gücüne rağmen zaaflarını, aralarındaki anlaşmazlıkları, saray entrikalarını, istenmeyen evlilikleri, yasak ilişkileri, reislerin birbirine düşmesine sebebiyet vermiş ve açıkçası Nûreddîn, bunu kullanmayı çok iyi bilmiştir. Hatta gerektiği vakit Haçlılara karşı Haçlıları desteklemekten de geri durmamış, özellikle elde ettiği esirleri kullanmayı çok iyi bilmiş, prestijini yükseltmiştir. Bu stratejik deha, Selahaddin’e de güzel bir birikim olarak sirayet etmiş olacak ki, Hıttin gibi büyük bir zaferin kazanılmasına vesile olacaktır. Zira Nûreddîn, başta Haçlılar olmak üzere düşmanını belirleyecek, yönlendirebilecek, nihayetinde doğru yer ve zamanda istediği yere gelmesini sağlayarak alt edecek denli dahi bir hükümdardı. Gerektiği vakit zafer ertelenmeli, yeri ve zamanı gelince imkanların yokluğuna bakılmaksızın düşman üzerine at sürmeliydi. Korumasız ve tek başına kaldığı Katır Vakasındaki savunması, cesaretinin dillere destan olmasını sağlayan, ama aynı zamanda babasının katilini himaye eden Caber Kalesi’nin fethini, yeri ve zamanı gelmediği için erteleyebilen bir şahsiyetten bahsediyoruz.
Nûreddîn, Haçlıların kabusu olmasına rağmen ele geçirdiği yerlerdeki savunmasız onca Hristiyan’ın hayranlığını kazanan bir şahsiyetti. Onun bu alicenaplığını, Haçlı seferine katılan papaz Odon De Deuil, çağları aşan şu tespitiyle ortaya koyar: “Ey ihanetten daha zalim olan merhamet! Türkler, Hristiyanları ekmek vererek onları değiştiriyor.”
(Devam edecektir)
Abdullah AYYILDIZ