Kuvvetler Ayrılığı Zorunlu Mu?
Bu güne kadar böyle bir zorunluluğa hiç inanmadım. Çünkü kendimi bildim bileli kuvvetler ayrılığı prensibi içeren anayasal sistem içerisindeyim; fakat bu ayrılığa tanık olamadım. Bu sistemin mucidi Montesquieu (1689-1755) den önceki yönetim biçimlerinin özürlü olduğu iddiası dayanaksızdır.
Yönetimler için belki olmazsa olmaz şey ADALETTİR. Peygamber efendimizin adaletini örnek gösterdiği hükümdar NÛŞİREVÂN zamanında kuvvetler ayrılığı mı vardı? Yine adaleti ile ünlü Hz. Ömer (ra) ve Ömer b. Abdülaziz zamanında da kuvvetler ayrılığı yoktu.
Esasen kâğıt üzerinde kuvvetler ayrılığı olsa da uygulamada bütün kuvvetler “en kuvvetliye” boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Mesela ABD`ye sırtını dayayan 12 Eylül cuntası meclisi kapatıp parti liderlerini zindanlara atarken 28 Şubat sürecinde yüksek yargıyı karşısında esas duruşa geçirebilmiştir.
Daha sonra yine sırtını ABD`ye dayayan FETÖ yargısı düğmesine bile dokunulamayan “askerin” en yüksek rütbelisini yani genelkurmay başkanını derdest edip müebbet hapisle cezalandırabilmiştir. Gözlerimizin önünde cereyan eden bu hadiseler karşısında hala kuvvetler ayrılığının varlığını iddia etmek ve devamını istemek trajikomiktir.
Referanduma sunulan anayasal değişiklikte keşke doğrudan kuvvetler ayrılığının kaldırıldığı ve bu komediye son verildiği de yazılmış olsaydı. Esasen bu değişiklik milletin yönetimde daha etkin olacağını göstermektedir ve millet yararınadır. Yönetimin gücünü parçalamak milletin gücünü parçalamaktır. Aşiret mensubu bir arkadaş kuvvetler ayrılığını sordu. “Sizin aşiretinizin üçe dörde hatta çok iyi ise beşe ona bölünmesi nasıl olur”. dedim. “Zayıflarız zaafa uğrarız başkasına yem oluruz”
Yukarıda verilen örneklerde görüldüğü gibi kuvvetler ayrılığı olunca düşman her seferinde güçlerden birini emellerine alet edip diğerlerini dize getirebiliyor.
“Ya kuvvet bir zorbanın eline geçerse” demek millete güvensizliktir. Millet mazoşist değil ki zorba birini başına getirsin. Ama milletin çok beğenerek başa getirdiği birinin kuvvetini elinden alıp ondan süratli ve iyi icraatlar beklemek hakkaniyete uygun değildir.
Mevcut kuvvetler ayrılığı sistemine bakar mısınız? Meclis bir yasa ile “meclisi, reisi cumhuru, askerleri bürokratları memurları yargılayamazsın, git kendi kendine köylüyü, çiftçiyi, esnafı, garibanları dilediğin gibi yargıla”. Sonra da “yargı önünde herkes eşittir, yargı bağımsızdır” nutukları hiç inandırıcı değildir.
Sözün özü, asıl mesele ADALET ise bu değişikliğin adalete taalluk eden bir tarafı yoktur. Savunmuş olduğum “kuvvetler birliği” fiilen yürürlüktedir ve ADİL DEĞİLDİR. Ergenekoncu ve Balyozcuların kesinleşmiş mahkûmiyetlerine rağmen sihirli bir sözcükle bırakılıp bir KHK ile mülkiyetlere el konulma gücüne ulaşılmasına rağmen davası İslam ve Allah rızası olanların zindanlarda çürütülmesi ZULÜMDÜR.
Millet, önceliğini kalkınmadan ve refahtan yana kullanmıştır, bu konuda da ısrarlıdır. Adalet sadece mazlumların ve mağdurların meselesine dönüşmüştür. Bu nedenle değişikliğin kabul edileceği kanaatindeyim. Ancak ADALET umurunda olmayanlar, benim hiç umurumda değil. Sistem değişse de değişmese de benim için bir şey değişmeyecek.