• DOLAR 32.832
  • EURO 35.187
  • ALTIN 2449.587
  • ...

1990’ın Mayıs ayında gelmiştim Avusturya’ya…

Ve şimdi Mayıs 2024. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde çalıştığım (2010-2020) 10 yıl boyunca da bir ayağım sürekli Avusturya’da olduğu için, burada 34 yıl geçirdiğimi söyleyebilirim.

Geçen zamanı hakkıyla değerlendirdiğimi söyleyemem. Ki bunu da ancak geriye dönüp baktığımda net görebiliyorum.

Hani atalarımız demişler ya, “zararın neresinden dönülürse, kardır.”

Biz de hem bu zararımızı telafi etmek ve hem de geri kalan ömrümüzdeki yükümlülüklerimizi yerine getirmek amacıyla Avusturya–Türkiye Çalışmaları Merkezi’ni kurduk.

Çalışmalarımızı, biri dünde-tarihte ve diğeri de bugünde olmak üzere iki noktada yoğunlaştıracağız. Ki bu da 500 yılı aşkın bir zamanı kapsamaktadır.

Malumumuz, Avrupa ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iş gücü eksikliğini gidermek için birçok ülkeden işçiler aldılar. Zaman içinde binlerce, on binlerce, yüz binlerce değil, milyonlarca vatandaşını Avrupa ülkelerine işçi olarak gönderen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Tabii, Türkiye’nin neden İkinci dünya Savaşı’na girmediği halde anılan savaşta adeta yerle bir olan ülkelere muhtaç olduğu sorusu da hala cevabını beklemektedir.

Avusturya’ya da ilk işçi kafilesi 1964’ün Mayıs ayında gelmiştir. Ki bugün bu sayı 200 bini buluyor.

Çalışmalarımızın iki noktada yoğunlaşacağını söyledim.

Düne–tarihe dair çalışmalarımızın merkezini Avusturya Devlet Arşivi oluşturacaktır. Görebildiğim kadarıyla, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu olup bitenleri-olayları kayıt altına almak konusunda Osmanlı İmparatorluğu ile kıyaslanamayacak kadar ileri, çok yönlü ve çok kapsamlıdır. Avusturya, Osmanlı’ya ilk daimi elçisini 1547 yılında atarken, Osmanlı, ilk daimi elçisini ancak 1790’larda atamıştır.

Avusturya, 1800’lerden itibaren Osmanlı Devleti’nin genelinde, 19’u Anadolu’da olmak üzere toplam 101 adet konsolosluk açarken, Osmanlı maalesef bir elçi ile yetinmiştir. Osmanlı elçileri ile Avusturya elçilerinin faaliyetlerini birbiriyle kıyasladığımızda da arada büyük fark olduğunu görürüz. Çünkü sıradan bir Avusturya Konsolosunun bile faaliyetlerinin ve bulunduğu yere dair kendi hükümetine gönderdiği bilgilerin–belgelerin Osmanlı elçilerinkinden kat be kat fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Kısaca demem o ki, Avusturya arşivlerinde keşfedilmeyi bekleyen hazinelerimiz var. Öyle ki, bu arşivler, yakın tarihimizi yeniden yazdıracak kadar zengindir.

Çalışmalarımızın bir ayağı bu arşivlerden oluşacaktır.

Şimdiye kadar topladığım belgeleri pek yakında tedrici olarak kamuoyu ile paylaşacağımızı da bu vesile ile bildirmiş olayım.

Avrupa’nın ve dolayısıyla Avusturya’nın görece olarak güçlü bir eğitim ve yönetim sistemi olduğu için, sonradan gelenleri asimile etmede de güçlüdür.

Dolayısıyla sonradan gelip buraları vatan edinenler adalet ve toplumsal barış temelinde kendilerini korumaz ve kendilerini koruyacak kurumlar oluşturamazlarsa, merhum Sezai Karakoç’un da Masal adlı şiirinde tasvir ettiği kardeşler gibi yutulurlar.

Günümüze dair de çalışmalarımız ve sorunlarımıza çözüm önerilerimiz olacaktır. Bunlara da ileriki yazılarımızda değineceğiz inşallah.