• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Benden 6 yaş büyük olan Metin Yüksel'in adını duyduğumda ve çeşitli gazete ve dergilerde okuduğumda, Kâhta İmam Hatip Lisesi'nde öğrenci idim.

Yaşımızın küçük olması, dünyada ve Türkiye'de yaşanan olayları öğrenmemize, lehte veya aleyhte bir duruşla takip etmemize engel değildi.

Türkiye, çok kanlı bir dönemden geçiyordu ve her gün en az bir ve bazen de çok sayıda kişi öldürülüyordu. Yaşımızın küçük olması nedeniyle katılmadığımız bu kanlı olayları tertipleyenlerin, darbeci generaller olduklarını da sonraları öğrenecektik. "Netekim" Kenan Evren, darbeye zemin oluşturmak için gençleri birbirine kırdıranların bizzat kendileri olduklarını itiraf edecekti. Bu vahşetlerini darbeden sonra da sürdürdüler. Bazı gençleri yine Evren'in deyimiyle "bir sağdan, bir soldan" idam ederken, yüzlercesini de işkencelerde öldürdüler. İşkenceler sonucu sakat bıraktıkları ve hapishanelere doldurdukları da cabası...

Sağcılık, Solculuk, Milliyetçilik, PKK ve benzeri yapıların kuruluşu ve Kürtlerin bir yandan bu yapılara yönlendirilmeleri ve diğer yandan birbirine kırdırılmaları da bu sürecin olaylarındandı.

O zamanki İslami Hareketi oluşturan Müslümanlar şiddetten yana değillerdi ve nefis müdafaası ile yetiniyorlardı. Buna rağmen nice Sedat Yenigün'ler ve nice Metin Yüksel'ler de o süreçte şehit edildiler...

Metin'i İstanbul Fatih Camii'nin avlusunda şehit ettiler, hem de Cuma namazı çıkışında. Tarih, 23 Şubat 1979'u gösteriyordu. Kiralık katiller de, kendilerini "Milliyetçi" olarak tanımlayanlardı.

"Şehadet bir çağrıdır bütün nesillere ve çağlara" sözü de bildiğim kadarıyla ona aitti veya onun haykırışıyla dalga dalga yayılmıştı Türkiye'ye...

Metin, nasıl ki o zamanlar bana Ashab-ı Kehf gençlerini ve Musab Bin Umeyr'i hatırlatıyor idiyse, Ebu Ubeyde ve isimlerini bildiğimiz nice Mücahitler de bana Metin'leri hatırlatıyorlar.

Çünkü "şehadet bir çağrıdır bütün nesillere ve çağlara", tıpkı İslam bir çağrı olduğu gibi bütün nesillere ve çağlara ve tıpkı İslam bir kıyam olduğu gibi bütün zalimlere ve tağutlara karşı...

Bugün, başta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AK Parti'de, siyasette, bürokraside ve hayatın diğer birçok alanında Metin'i bizzat tanıyanlar ve tabii ki, onunla birlikte duvarlara, "İslam gelecek, zulüm bitecek", "Tek yol İslam", "Kanımız aksa da zafer İslam'ın" ve daha nice sloganları yazmış olanlar var.

Hani sıkça kullandığımız bir söz var ya, "falan kişi bugün kalksa, gördüğü manzara karşısında ne der acaba?" diye.

Metin kalkmayacağına göre, her birimizin onun adına, Metin'in arkadaşlarından karşılaştığımız her birine şunları sormak onun emaneti olsa gerekir: "Cumhurbaşkanım, Bakanım, Vekilim, Müdürüm, Reisim, Başkanım... Abiler, kardeşler ve bacılar... Mücadelemizin semeresi olduğumuz yerde hakkı, adaleti, emanete riayeti, ehliyeti ve liyakati yaşamak mı olmalıydı, yoksa haramları meşrulaştırmak ve tağuti düzenin emir eri olmak mı?" 

Gördüğümüz gibi, her insan kendi imtihanını yaşıyor ve her birimiz kendi imtihanımızı yaşıyoruz. Ve bu da irademizle gerçekleştirdiğimiz bir tercihtir.

Dolayısıyla Firavun olmak da bir tercihtir, Musa olmak da... Ebu Cehil olmak da bir tercihtir, Muhammed olmak da... Karun olmak da bir tercihtir, ona özenip içten içe, "ah keşke Karun'a verilenin bir benzeri de bizim olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" demek veya Karun'un yüzüne, "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez" diye haykırmak da...

Netanyahu olmak da bir tercihtir, Ebu Ubeyde olmak da...

Ve eldekilerini yitirmemek adına silah, ekmek, su ve mühimmatla birlikte soykırımcı israil'in yanında olmak da bir tercihtir, Yemen gibi makamdan, maldan ve hatta candan vazgeçmek de...

Haktan yana olmak ve hakkı birbirine tavsiye etmek de bir tercihtir, zulümden yana olmak ve zulümde dayanışmak da...

Sonuçta tercih bizim...