Peygamberimiz müşriklerden hicret etti, biz ise kendi zalimlerimizden hicret ediyoruz
Hicretin 1444. Yılına girdik. Yani Hz. Muhammed (sav)’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesinin üzerinden 1444 yıl geçmiş oluyor.
Hatırlayacağımız gibi, Hz. Muhammed’in davetine icabet edenlerin önünü alamayan müşrikler, çözümü şiddette bulmuşlardı. Hakaretlerden iftiralara, işkencelerden ekonomik ambargolara öldürmelere kadar her zulme başvuruyorlardı. Müminlerin bu zulümlere ilk tepkileri sabır ve bütün zulümlere rağmen inançlarında sebat idi. Ancak müşriklerin zulümlerini son aşamasına vardırıp bazı müminleri şehit etmeleri, müminlere ya şehadet ya da hicretten başka bir seçenek bırakmıyordu. İlk hicret Habeşistan’a idi ve sadece bir grup ile sınırlı idi. Akabinde ise Hz. Muhammed’in Medine’ye hicreti gerçekleşti.
Bir tarafta müşrikler vardı, diğer tarafta müminler. Müşriklerin şiarı ve alametifarikaları zulüm iken, müminlerin şiarı ve alametifarikaları da adalet idi.
Müminler hem Mekke’de ve hem de Medine’de çok büyük zorluklar yaşadılar, ama Allah onların sabır ve sebatlarının karşılığını fazlasıyla verdi ve 23 yıl gibi kısa bir zaman içinde hem içinden çıkarıldıkları Mekke’ye döndüler ve hem de herkesin canının, malının, ırzının, aklının, dininin ve neslinin güvende olduğu bir devlet inşa ettiler. Diğer bir ifade ile Hz. Muhammed, bir ADALET DEVLETİ inşa etti. Müslümanlar ne yazık ki, bu modeli sürdüremediler, ama en azından İslam’ın özünün adalet ve hükümlerinin herkes için güven olduğu tecrübe edildi.
Sözün burasında cevabını vermemiz gereken bir soru var: Müslümanların bu devlet modelini sürdürememelerinin nedeni, İslam’ın zamanla insanların ihtiyaçlarına cevap verememesi midir, yoksa yöneticilerin İslam’dan uzaklaşmaları ve İslam’ı kendi sultalarına yorumlama yoluna gitmeleri midir? Bu sorunun cevabını Muaviye’den başlayarak günümüze kadar Müslümanların başına geçmiş yöneticilerin icraatlarından öğrenebilirsiniz.
Bugüne gelince…
Müslümanlar olarak sayımız iki milyara yaklaşmaktadır. Azınlıkta olduğumuz ülkeleri bir kenara bırakalım, en az 50 ülkede çoğunluktayız ve yöneticilerimiz de kendilerini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Fakat bunları adaletin ölçüsüne vurduğumuzda, hiçbirinde adaletin asgarisinin bile olmadığını görüyor ve yaşıyoruz.
Bu İslam ülkeleri ile örneğin, Avrupa Birliği ülkelerini birbiriyle kıyasladığımızda da çıkan sonuç, bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar ve dahi yöneticileri adına tek kelime ile utanç vericidir. Çünkü hiçbiri, evet, hiçbiri AB ülkelerinden herhangi biri kadar vatandaşlarına karşı adil değildir.
İslam ülkelerine tahakküm eden yöneticiler arasında adaleti zulmünü geçen bir şahsiyet göremiyoruz.
Herkes için emin belde olması gereken ülkelerimiz, ne yazık ki, en fazla da Müslümanlar için güvensiz beldelerdir. Bunun sonucudur ki, eğer bir yolunu bulabilirse, milyonlarca Müslüman zalim ve gasıp yöneticilerinin tahakkümünden kurtulmak için daha az zulmün olduğu yerlere gitmekten geri kalmayacaktır.
Yeni bir hicri yıla girerken, Hz. Muhammed’in duruşunu ve tabii ki, kendimizin yöneticilerimize karşı duruşumuzu ilişkilerimizin inancımızla örtüşüp örtüşmediğini de gözden geçirelim.