• DOLAR 32.461
  • EURO 34.847
  • ALTIN 2479.643
  • ...

Vaazında İslam’ı eğip bükmeden anlatan ve cemaatin dikkatlerini ciddi toplumsal bir sorunumuza çeken imam Halil Konakçı Bey, malum güruhun itham, hakaret ve saldırılarına uğradı ve bu saldırılar hala devam etmektedir. Hepimiz biliyoruz ki, bu gibi saldırılar maalesef ne yenidir ve ne de son olacaktır. Çünkü bu iflah olmaz güruh, kendi varlığını bu kötü fiillere borçlu görmektedir.

Konuya girmeden önce, Halil hocamızın şahsında hepimize bir hatırlatmada bulunmadan da geçemeyeceğiz. Her zaman ve her şart altında hikmetten ve sözün güzelinden ödün vermemeli ve davetimizi, uyarılarımızın ve eleştirilerimizi de bu çerçevede yapmalıyız. Ki bizi vurmaya gelenlere bile bizde dirilebileceklerini halimizle göstermiş olalım…

Her fırsatta Müslümanlara saldıranların kimliklerine ve sicillerine baktığımızda, tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi kin, kan ve düşmanlık kustuklarını görürüz. Bu saldırıları da gösteriyor ki, üzerinden 100 yıl geçiyor olmasına rağmen, hala kine, kana ve düşmanlığa doymamışlar ve aksine, ellerine geçirecekleri ilk fırsatta seleflerini aratmayacak kadar vahşileşeceklerini de göstermiş oluyorlar.

Son yıllarda mütedeyyin insanlardan oy almak için değiştiklerini söylüyor ve iddialarının ispatı olarak aralarına kimi başörtülü hanımları da alıyor olsalar bile, İslam’a ve Müslümanlara olan kinlerini ve düşmanlıklarını her fırsatta açığa vurmaktan da geri durmuyorlar.

Taktikleri de aşağı yukarı hep aynı: İster kamusal alanda, ister özel hayatta veya ister siyasette bir kişi hakkı söylemiş olsun, hemen dört bir koldan saldırıya geçiyorlar.

Ellerinden gelse, selefleri gibi şehirlerin meydanlarına darağacı bile kurup asacaklardır. Ellerinden gelse, seleflerinin Dersim’de yaptıkları gibi, uçaktan attıkları bombalardan ve karadan kullandıkları mitralyöz ve süngülerden canlarını kurtarabilip mağaralara sığınanları bile fare zehri ile öldüreceklerdir. Ve ellerinden gelse, kirli ellerini örtülerimize ve sakallarımıza uzatacaklardır. Zaten masum insanlara itham ve iftirada bulunmaları da bu bitmez kin ve düşmanlıklarının ispatı değil mi? Tıpkı Kur’an’da tanımlandıkları gibi, ellerinden gelse, Allah’ın nurunu üfürükleriyle söndürecekler ve müminleri bakışlarıyla devireceklerdir.

Onların bu azgınlıklarını alışkanlık haline getirmelerinde bizim de ihmalimizin olduğu şüphesizdir. Çünkü çoğu zaman onlara hak ettikleri cevapları verecek öz güveni kendimizde göremiyoruz. Elbette ki, onlar gibi ithamlara başvuramayız, ama en azından, “sizin dininiz size ve bizim dinimiz bize” diyecek kadar bir cesaretimiz de olmalı değil mi?

Örneğin, bundan böyle hakkı söyleyebilen Halil’lerimizin yanında olabilir ve bir binanın tuğlaları gibi birbirimize kenetlenebilirsek, onların da yavaş yavaş inlerine tünediklerini görürüz. Zaten dün olduğu gibi bugün de birçok musibeti yaşıyor olmamızın nedeni de bu yükümlülüklerimizi ihmalimiz değil mi?

Diyanet camiası ve özellikle kürsü ve minberlere çıkanlar, her doğruyu söyleme gücünü kendilerinde göremeyebilirler, ama söyledikleri her şeyin İslami olması gerektiğini de bilirler.

Temennimiz, Diyanetin de kendi Halil’lerini sırtlanlara yem etmemekle tavrını koymasıdır.

Kaldı ki, hakkı söylemek ve haklının yanında olmak, sadece Diyanetin veya din adamlarının görevi değil, hepimizin görevidir. Eğer dün olduğu gibi bugün de sıkça iftiralara, ithamlara ve envaiçeşit saldırılara maruz kalıyorsak, yükümlülüklerimizi yerine getirmediğimizdendir. Öyleyse yükümlülüklerimizi bihakkın yerine getirelim. Ki hem hayatımız güzel olsun ve hem de hak üzere ölenlerimizin ruhları şad olsun!