Katil YÖK!
Darbecilerin eserlerinden biri olan YÖK'ün sicili oldukça bozuk ve suç dosyası da o kadar kabarıktır. Dolayısıyla vesayetçi duruşundan intihal hamiliğine ve denkleştirmelerdeki keyfi uygulamalardan başvuru sürelerini olabildiğince uzun tutmalara kadar sorgulanması gereken o kadar konu var ki…
Türkiye’de askeri vesayet geriletildi, ama YÖK’ün vesayetçi duruşu değişmedi. Dün darbecilere askeri selam çakan YÖK başkanlarının, rektörlerin ve akademisyenlerin bugün de siyasilere kapıkulu olmaları ise, bize göre ne bir kader ve ne de dayatmaların bir sonucudur. Olsa olsa bir tercihtir. Dün askeri ve bugün de siyasi vesayeti içselleştirmiş olmaları da bunun göstergesidir!
Ama biz burada ne darbecilerin YÖK’ü kurmadaki amaçlarına, ne YÖK’ün üniversiteleri kışlaya dönüştürme faaliyetlerine ve ne de YÖK’ün siyasileşmesine gireceğiz. Sadece ve sadece öğrenimlerini yurtdışında yapmış olanların diploma, karne ve sertifika gibi belgelerini denkleştirme sürecinde maruz kaldıkları mağduriyetlere dikkat çekmekle kalacağız…
Elbette ki, buradaki eleştirilerimiz, henüz görevine 30 Temmuz 2021’de başlayan Sayın Prof. Dr. Erol Özvar ve yine görevlerine yeni başlamış olan diğer yetkililer için değildir. Bu vesile ile hepsine başarılar dilerken, onlar için yaptığımız dualar ve temenniler, seleflerinin zulümlerini devralıp sürdürmemeleri yönündedir.
Kimseye haksızlık olmasın diye, bu bağlamda YÖK’e işi düşmüş olanlar arasında mini bir araştırma da yaptık. Elde ettiğimiz sonuç; YÖK’ün, hala aynı YÖK olduğudur!
Başta mağdurlar olmak üzere o yıllara tanık olanlarımız da hatırlayacaklardır... YÖK, en büyük terörü 28 Şubat sürecinde estirmişti. Örneğin, Mısır, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin üniversitelerinden mezun olanların diplomalarını tanımamış ve denklik vermemişti. Derken, ne YÖK’ün giriştiği bu hak gaspının o mağdurlara ve dolayısıyla ülkemize nelere mal olduğu tartışıldı ve ne de YÖK’ün bu buyurganlığının önüne geçilebildi.
Bunun içindir ki, YÖK bugün de benzer terörü değerli evrakın (diploma vs.) denkleştirilmesi sürecinde estirmektedir. Öyle ki, denkleştirmelerin süresi keyfi olarak uzatıldığı için hem maddi ve hem de manevi olarak büyük bir kayba ve dahi işkenceye dönmektedir.
Burada sorun, günümüzün şartlarında sunulan bir belgenin gerçek mi veya sahtemi olduğunu öğrenmek en fazla bir ay sürüyorken, YÖK’ün bunu aylara ve hatta yıllara yaymasıdır.
YÖK’ün bu keyfi muamelelerini “terör”, “gasp” ve “işkence” gibi kavramlarla tanımlamak zorunda kalmamızın nedeni de budur. Çünkü YÖK, mağdur ettiği insanların zamanlarının, ümitlerinin, paralarının ve dahi geleceklerinin katilidir.
Yöneticilerin şunu bilmeleri gerekir ki, özellikle yurtdışında doğup büyümüş ve dolayısıyla öğrenimlerini de yurtdışında yapmış olanların Türkiye’yi tercih etmeleri, Türkiye’deki şartların daha iyi olmasından değil, kendilerini Türkiye’ye borçlu hissetmelerindendir.
Umarız YÖK’ün her kademesindeki karar vericileri, seleflerinin intihal cehennemine çevirdikleri ve Mankurtlaştırma merkezlerine dönüştürdükleri üniversitelere asli hüviyetlerini kazandırmak yönünde çaba gösterirler ve denkleştirmedeki zulümler de artık son bulur.