• DOLAR 34.664
  • EURO 36.451
  • ALTIN 2952.325
  • ...

10 ülkenin Türkiye’deki büyükelçilerinin malum ortak eylemleri beni iki tarihi olaya götürdü. İstedim ki, bir karşılaştırma yapayım. “Onlar” ve “Biz” derken de kast ettiğim gayrimüslim onlar ile Müslüman bizler. Bu karşılaştırma ile kimin kendi inancına sadık olduğu, diğer bir ifade ile kimin söz ve eylemlerinin kendi inancı ile örtüşüp örtüşmediği de ortaya çıkıyor.

İlk örneğimiz 1878 Berlin Antlaşması’ndan. 1877’deki Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusya’nın Balkanlar’da ilerleyip İstanbul’un yakınlarına kadar gelmesi ve Rusya’nın Balkanlarda ve denizlerde görünür bir güç olmasını sağlayan Ayastefanos Antlaşması’nın yapılması, çıkarlarını tehlikede gören İngiltere’yi harekete geçirmiş ve dönemin diğer güçleri ile birlikte Berlin’de bir toplantı yapmayı başarmıştı.

Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesi şöyle diyordu:

“Bâbıâli Ermenilerle meskûn vilayetlerde mahalli ihtiyaçların icap ettirdiği ıslahatı geciktirmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı emniyet ve asayişlerini sağlamayı taahhüt eder. Bu konuda alınacak tedbirleri ara sıra antlaşmayı imzalayan devletlere tebliğ edeceğinden bu devletler sözü edilen tedbirlerin yerine getirilmesine nezaret edeceklerdir.”

Antlaşmanın son cümlesi ilk bakışta gayet masum ve makul görülüyor. Çünkü Osmanlı Devleti Ermenilerin sorunlarını giderici önlemler alıp bunları da zaman zaman garantör devletler olan Rusya, İngiltere, Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa’ya bildirecek ve onlar da sürece nezaret edecek sorunların çözümüne katkıda bulunacaklardır.

Peki, sonra ne oldu?

Adı geçen devletler Ermenilere tarihlerinin en büyük kötülüklerini yaptılar; Ermenilerin sorunlarını çözmeye yardım edeceklerine, Ermenilerin kendilerini sorun yapmayı başardılar. Başta İngiltere, Rusya ve Fransa olmak üzere Ermenilere silah dâhil her türlü yardımı yapmaktan geri durmadılar. Şiddet yanlısı Ermenilerin de terör eylemlerine başlamalarıyla birlikte bir iç savaş oldu. Sonrası malum.

Buradan gelelim anılan ülkelerin o zamanki elçilerinin (büyükelçilerinin) faaliyetlerine…

Bunlar kendi aralarında “Elçiler Konferansı” adı ile bir oluşum gerçekleştiriyorlar. Gerekli zamanlarda toplanıp ortak kararlar alır, ortak politikalar belirler ve yıkıp paylaşmaya karar verdikleri Osmanlı Devleti’ne karşı var güçleriyle birlikte hareket ederlerdi. Berlin Antlaşması’na sadık kalmak şöyle dursun, en kanlı bir şekilde istismar etmeyi esas aldılar.

Avrupalılar aynı ikiyüzlülüğü İran’a karşı da gösterdi. 5+1 olarak tarihe geçen görüşmeler esnasında BM’nin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa ve Rusya) ve Almanya’dan oluşan bu grup da İran’a karşı benzer bir politika izlediler. Bu görüşmeleri konu alan bir TV programı izlemiştim. İran ile yapılan nükleer görüşmelere katılan uzmanlar konuşuyorlardı. İngiltereli yetkili aynen şunları söylüyordu: Biz İran ile yapacağımız her programın öncesinde mutlaka kendimiz, yani 5+1 ülkeleri olarak bir araya gelir ve yapacağımız toplantıda almamız gereken kararı önce kendi aramızda netleştiririz. Sonra da İran heyeti ile görüşürüz.”

Dikkat ederseniz, Avrupalılar kendi aralarında ne kadar çıkar rekabeti içinde olsalar bile, kendilerinin dışında kalan ülkelere karşı yekvücut olarak hareket ediyorlar.

Ermenilerin sorunları imiş, mültecilerin sorunları imiş, insan hakları imiş, daha fazlası ve hepsi kendi emellerini gerçekleştirmenin birer aracıdır. Günümüz Avrupa’sının iki ilahı vardır; çıkarları ve Yahudiler! Yahudileri de biricik ilahları olan çıkarlarına ortak koşmaları Hitler’in Yahudilere karşı giriştiği soykırımdan sonradır.

Son günlerde on ülkenin büyükelçilerinin Osman Kavala’ya “özgürlük” istemeleri de böylesi bir atraksiyondur. Kendilerince Erdoğan’ı zayıflatmak yönünde gerçekleştirdikleri bir eylemdi. Ama ters tepti. Sayın Erdoğan’ın kararlı duruşu nedeniyle istediklerini alamadıkları gibi, geri adım atmak zorunda kalmaları hiç de alışık olmadıkları bir durumdur.

Ancak Türkiye için kötü ve onlar için iyi olan bir durum var; Türkiye’de hâlihazırda Avrupalıların çıkarlarını önceleyen bir kesimin olması ve bu kesimin dini ve etnik aidiyetler üzerinden izlediği politikalarla kayda değer bir gücü elinde tutuyor olmasıdır. Bunun merkezinde de CHP vardır. CHP için emperyalizmin ileri karakolu demek yanlış olmadığı gibi abartı da değildir.

Adı ne olursa olsun, bir ülkede bir yapı toplumun genelinin milli-manevi değerlerine karşı savaşıyor ve bunların yerine başka ülkelerin değerlerini ikame etmeye çalışıyorsa, o yapı emperyalizmin ileri karakoludur ve müstemlekecidir.

Türkiye toplumu içindeki bu müstemlekeci anlayışı bertaraf etmedikçe, dışarıdan müdahalelere de hep açık olacaktır. Çünkü bu ülkelerin cesareti biraz da içerideki işbirlikçilerindendir.