• DOLAR 34.543
  • EURO 36.556
  • ALTIN 2895.044
  • ...

Korona virüsünün dünyaya ölüm korkusu saldığı ve hepimizi evlerimize kapattırdığı günden beridir biz bireyler gibi devletler de var olma mücadelesi veriyorlar. Özellikle aldığı önlemler, şimdiye kadar gösterdiği performans ve sağlık çalışanlarının fevkalade mücadeleleri bakımından Türkiye belki de ilk sıradadır. İçimizdeki habis ruhlular hariç, hepimizi gururlandıran bir başarıdır bu. Bu hakkı teslim ediyor ve başta Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan olmak üzere gece gündüz demeden çalışanlara şükranlarımızı arz ediyoruz.

Devletin, “Biz bize yeteriz Türkiye’m” adıyla başlattığı kampanyaya gelince… Bunu belki de farkına varmadan Müslüman milletin hala direnen hasletlerinden olan hayırseverlik duygusunu can evinden vurmaya aday bir adım olarak görüyoruz. Çünkü devlet bir emaneti teslim etmek anlamında hala “emin” bir el değildir! Çünkü Avusturya gibi halkının %99’u Müslüman olmayanlardan oluşan Avusturya bile İslam’ı resmen tanımış iken, Türkiye laikliğine ve İslam’a karşı olan mesafesine halel getireceği türünden endişelerle hala İslam’ı resmen tanımamakta ısrar etmektedir.

Keşke Sayın Cumhurbaşkanı bundan 18 yıl önce verdiği şeffaflık sözünü bu vesile ile hayata geçirse; kamu kurumları-belediyeler başta olmak üzere Türkiye genelinde bir şeffaflık kampanyası başlatarak israfı ve makam aracı çılgınlığını yakın takibe alsalar… Ve böylece yolsuzluk yapanlara, devletin-milletin malına ihanet edenlere ve işlerinin ehli olmayanlara da hak ettikleri cezaları artık verseler...

Âlimlerimiz –istisnaları hariç- her zamanki gibi yine susuyorlar. Hâlbuki zekâtın, sadakanın, fitrenin ve diğer hayır-hasenatın kime verileceği, nasıl verileceğini kim veya hangi kurum tarafından toplanacağını çok iyi bilirler. Örneğin, bunları toplayacak ve ihtiyaç sahiplerine dağıtacakların arasında Müslüman olmayan şahıslar bulunmadığı gibi, İslam’ı tanımayan devletler ve kurumlar da yoktur.

Devlet, evet, birçok bakımdan dünden daha az kötüdür, ama hala şeffaf değil, hala adil değil ve hala ehliyet ve liyakat gibi değerlerden de fersah fersah uzaktır! Hal ve hakikat bu iken, ona fakirlerin emanetini emanet etmek, bu emaneti elinde tutan bizler için de aslında hem acizlik ve hem de gaflet olsa gerekir.

Elbette ki, birer vatandaş olarak devletin yaptığı her kötü işe meşru sınırlar çerçevesinde kalmak şartı ile karşı olduğumuz gibi, yaptığı her iyi işin de yanında ve içinde olacağız. Devlet, bizden topladığı vergilerle ve diğer gelirlerle sosyal yanını da pekâlâ güçlendirebilir.  Müslümanlar bu emaneti vermeden önce çok düşünmelidir. Çünkü fakirimizin kim olduğunu ancak ben, sen ve biz biliriz, devlet değil! Bu inanç ve düşüncelerden hareketle diyoruz ki, fakirlerimizin bizdeki bu emanete en iyisi biz sahip çıkmalı ve onlara biz ulaştırmalıyız. Tabii ki, bir elimizin verdiğini diğer elimizin bilmemesine de özen göstererek…

Evet, bizler ölümün mukadder olduğuna ve an geldiğinde ruhumuzun alınacağına iman edenleriz. Her zaman olduğu gibi, şimdi de yapmamız gereken, dualarımızı ve diğer işlerimizi ihmal etmemektir. Bir de her birimiz aşağıdaki sorunun cevabını acil bir şekilde din adamlarından öğrenelim:

Dinimizi resmen tanımayan ve camilerimizde dahi şirkten uzak dua yapma özgürlüğümüzü elimizden alan devlet bu haliyle güvenilmeye; zekâtlarımızı, sadakalarımızı, fitrelerimizi ve diğer hayır-hasenatımızı toplamaya ve dağıtmaya ehil ve layık mıdır?