Hakikati Kabullenmenin Zorluğu
Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’den önce biri, Kabe-i Şerif’in yanı başında Kureyş’in Sasani’yi ortadan kaldıracağını ve Bizans’ı, İstanbul’a sıkıştıracağını söyleseydi ne olurdu? Deli deyip geçerlerdi herhâlde.
Çünkü beşer gerçekliği, bunun mümkün olmadığı yönündeydi. Oya beşer gerçekliğini aşan bir gerçeklik daha vardır. İlahi gerçeklik…
O gerçeklik, bize beşer gücünün mutlak güç olmadığını; onun üzerinde bir gücün bulunduğunu anlatır.
Mü’min olmak da bir yanıyla, beşer gerçekliğini aşan bir İlahi gerçekliğin bulunduğuna iman etmektir.
İman, yüce Allah’ın varlığını kabulle birlikte İlahi gerçekliği kabulle başlar. Kişi, beşer gücünü aşan bir gerçekliğin olduğuna iman etmemişse mü’min olmamıştır.
Cahiliye özünde iki türdür: Hz. Peygamber öncesi bilgisizlik cahiliyesi ve “Oku!” emrini şu veya bu şekilde kabul etmiş bilgi cahiliyesi.
Kadim cahiliye, insanı bilgiden uzaklaştırarak aldatırdı. “Modern cahiliye” de denen ikinci tür cahiliye ise bizi sürekli bilgilendirerek aldatıyor.
Çağın müstekbirleri, beşer gerçekliğini lehlerine görüyorlar, bizi hep o gerçeklik içinde tutmayı iktidarlarının devamı için zorunlu buluyorlar. Bunun için bizi sürekli “bilgilendirerek” o gerçekliğin üzerinde asla bir gerçekliğin bulunmadığına inandırmaya çalışıyorlar.
Ne yazık ki buna doğrudan inananlar önemli bir kitleyi teşkil ettiği gibi dolaylı olarak inananlar da az değildir ve Müslümanların bir kısmı da dolaylı olarak inananlar kitlesi içinde yer alır. Bu İslâmî mücadelenin en zor noktalarından biridir.
Siz hakikati anlatırsanız, doğruyu ifade ederseniz çok az kişi anlattıklarınıza ilgi duyar. Ona karşı çağın müstekbirlerinin oluşturdukları algılar doğrultusunda yazıp çizerseniz neredeyse kutsanırsınız.
Siz, III. Dünya Ülkelerinde çevre duyarlılığının çevreyi korumaktan çok, sanayi ve teknolojide gelişmiş ülkelerle rekabeti engellemeye dönük oluşturulduğunu yazarsanız linç edilirsiniz.
“Ümmet” derseniz okuyucu dudak büker, “Müslümanlar bölünmüş!” derseniz henüz mürekkebiniz kurumadan “Vah vah!” sesleri duyarsınız.
Bu, gerçekliğe tabi olmak değil, tabi edilmek istendiğimize tabi olmaktır. Köleleşmektir… Buna karşı durmak, mü’min olmanın bir gereğidir.
Belki bu söze dahi gülünür. Çünkü bize öğretilen mü’minlik, bir tür miskinlik hâlidir, kabulleri varsa da retleri olmayan bir insan duruşudur, dünyadan el etek çekip iradesizleşmek ve bir tür sefih olma durumudur.
Dünyayı kayıtsız şartsız yönetmek isteyenler, bize mü’minliği böyle öğretiyorlar ve maalesef çoğumuzun zihin dünyasında böyle bir mü’minlik tasavvuru vardır. Halbuki gerçek manada mü’min olmak, güçlü bir iradeye sahip olmaktır. Mü’min olmak, gafletten, iradesizlik hâlinden uzaklaşmaktır.
Önümüzde bayram var ve dünyayı eğlence ile aldatılan bir sahaya dönüştürenler bize bayramlarımızın bayram olmayacağını öğretmeye kalkışıyorlar. İslam’ın sair şiarları gibi, bizi bayramlardan koparmaya çalışıyorlar.
Bu, çok da kabul görüyor: “Hakiki bayramlarda görüşmek üzere!” derseniz mesajınız çok gerçekçi bulunuyor ve paylaşılıyor. Buna karşı mü’minlerin bayram kutlamaları sevinç veya üzüntü ile koşullanmış değildir. Hiçbir acı bizi bayram tebrik etmekten alıkoymamalı, derseniz işi zora sokan biri olarak değerlendirilirsiniz.
Yanlış rüzgârından yana harman savurursanız kabul görürsünüz, gerçekliği ifade eder ve arkasında durursanız garipsenirsiniz.
Ya bunu göze alarak bayramlarımıza sahip çıkacağız ya da “şuurlu” olma iddiasıyla İslam’ın şiarlarının karşısında duracağız. Bayram şiarını kendimizce anlamlandırmaya kalkışıp “Böyle zamanlarda bayram mı olur?” deyip şiarlarımızı yok etmek isteyenlerin değirmenine su taşıyacağız.
Bu vesileyle Ramazan Bayramınız mübarek olsun!