Mevlid-i Nebi
Çocukluğumuzda, 12 Rebiülevvel Mevlid-i Nebî’yi büyük bir heyecanla beklerdik.
Biz de bayramların törensel bir hazırlığı vardı. En az bir hafta kala imkânı olanlar yeni giysiler alırlardı.
Arefe’den bir önceki gün, temizlik günüydü, Arefe Günü yıkanma günü…
Müslümanların iki bayramı vardı. Mevlid-i Nebi günü, o iki bayram gününden biri değildi.
O gün bayram değildi, bunun bilincindeydik.
Büyüklerimiz de herhâlde bu bilincimizi pekiştirmek için bayram hazırlığı türü bir hazırlık yapmazlardı. Ama herkes imkânlarınca bir ziyafet ve hayrat hazırlığı yapardı.
12 Rebiülevvel teşrif ettiğinde günün ilk saatleriyle birlikte köy evlerinde sırasıyla Mevlid-i Nebi okunurdu. Köy evleri salâvatlarla dolup taşar, hane halkları ve misafirler, siyer-i nebi anlatımları ile adeta kendilerinden geçerlerdi. Kalbi Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in muhabbetiyle dolu yaşlılar cezbeye kapılır, ancak kulaklarına dualar okunarak teskin edilirlerdi.
Köy, gün boyu Mevlid-i Nebi heyecanını yaşardı. Hâli iyice olanlar; et, pirinç ve kayısı hoşafından oluşan ziyafetler verirlerdi. Vaziyeti zayıf aileler ise o günlerde pek kıymetli olan lokum ve bisküvi dağıtırlardı. Onu da bulamayanlar ev yapımı kâtık veya kiliçe denen ekmekler hazırlar, çocuklara verirlerdi.
Bütün köy hanelerine Mevlid-i Nebi’nin okunması bir gün içinde mümkün değilse, okumalar iki güne yayılırdı. Ama okumanın her evde yapılması esastı. Öyle ki o gün zaruri bir durumdan evde bulunamayanlar dahi basit bir sofra hazırlar, üzerine bir örtü örterek ortaya koyarlardı. Kapılar zaten kilitsizdi. Hanenin sırası geldiğinde hoca ve heyeti, onların yokluğunda eve teşrif eder, okumayı yapar, salâvatlar getirirdi.
Kim bilir, bu Mevlid-i Nebi tebriki o yörede ne zaman bunca yaygınlık kazanmıştı. Ama ortada bir hakikat vardı: İslam’ın kadın ve çocuklara anlatılmasında, kadın ve çocukların aynı zamanda İslam edebiyatının enfes metinleriyle tanışmasında Mevlid-i Nebi tebrikleri en önemli vesileydi.
Kadınlar camiye gitmezdi, çocuklar da Kur’an-ı Kerim öğrenme amacı dışında camiye uğramazdı. Dolayısıyla her iki kesim de Mevlid-i Nebi tebrikleri olmazsa Resûl-i Ekrem’in siyerini öğrenmekten, vaaz ve nasihatten mahrum kalıyordu.
Vakit müsait olur da Mevlid-i Nebi’ye bir iki naat da eklendi miydi, kadın ve çocukların hafızasında Mevlid-i Nebi’nin yanında Resûl-i Ekrem’e dair bambaşka bir sözlü tat da kalırdı.
Mevlid-i Şerif’in Resûl-i Ekrem’in viladet anını anlatan bölümüne erişildiğinde hanede hazır olan herkes ayağa kalkar, ellerini kavuşturur ve son salâvatlara büyük bir hürmetle eşlik ederdi. Bu sadece sözlü bir anma değil, aynı zamanda bir edep tedrisatıydı. Haneye girişten haneden ayrılışa kadar hane halkına yönelik bir edep tedrisatı. O tedrisatın tacı da işte o son salâvatlardı.
Salâvatlar tamamlandıktan sonra hep birlikte oturulur, öyle dualar edilirdi ki bir sonraki yılın Mevlid-i Nebi’sini mutlak özletirdi.
Mevlid-i Nebi günü İslam dünyasının Vehhabilik etkisi altında olmayan pek çok ülkesinde resmi tatil. Türkiye’de ise Vehhabilikten değil ama modernleşmeden dolayı tatil değil.
Bu işin devleti ilgilendiren yanıdır. Diğer yanı ise Mevlid-i Nebi’nin Vehhabiliğin kuşkulu etkileri altında bidat sorgulamaları içine çekilerek terk edilmesi ya da Mevlid-i Nebi’nin tebrik psikolojisinin katledilmesidir.
Ne yazık ki bu kuşkulu etkiler ve onun neticesindeki psikolojiyle Mevlid-i Nebi, şehirlere, metropollere göç eden hanelere taşınamadı. Bugün o tür nice hanelerin gençleri, Resûl-i Ekrem’e dair üç tertipli cümleyi, iki hoş beyti duymadan büyüyorlar. Yazık hem de çok yazık oldu! Bidatten söz edenler, toplumu İslam’dan mahrum bıraktılar, pire iddiasıyla hanenin biricik yorganını yaktılar, haneyi açıkta bıraktılar.
Mevlid-i Nebi’nin, günün gerçekliği içinde şehir ve metropollerde ihya edilmesi umuduyla Mevlid-i Nebi’miz mübarek olsun…