• DOLAR 34.664
  • EURO 36.338
  • ALTIN 2939.689
  • ...

“Eleştirel bakış” kavramı, Batı’nın akademilerinde geliştirildi. Bu kavramdan kasıtları, meselelere olumsuz yanları yakalayacak şekilde bakmak, böylece eksikleri bula bula mükemmele gitmektir.

Bu bakış, taklit yoluyla Müslüman dünyaya da ithal edildi. Bundan dolayı bütün Müslümanlar, düzensiz bağırışlar hâlinde durmadan eleştiriyorlar ve yaptıklarını da “vazifelerini yapmak” kapsamında değerlendiriyorlar.

Olması gereken bu mudur? Yapmamız gereken hep beraber eleştirmek midir? Eleştirirsek mukaddes bir vazifeyi mi icra etmiş oluruz?  

“Eleştirel bakış”, her şeyden önce Batı’nın kendi açısından zafer çağında, her bir Batı ülkesinin, büyüklüğünün neredeyse on katı sömürgeler edindiği çağlarda geliştirildi. Böyle bir zafer ortamında eksiklerin yakalanması, zafer sahiplerinin devlet içinde ihtilalciliğe yönelmemeleri ve zaferi getiren geleneği bozmamaları açısından önemliydi. Dolayısıyla bu yaklaşım, Batı’ya getiri sağladı.

Öte yandan Batı, sıkı bir sınıfsal yapı içinde şekillenmiş. Bu sebeple bir sınıf, genellikle diğer sınıfın işlerine karışmaz. Dolayısıyla akademi ve siyasi mekanizmanın eleştirel yaklaşımı, Batı toplumlarının eleştiri hastalığına yakalanmasına yol açmadı. Böylece eleştirel bakış, yıkıma yol açacak yan etkiler göstermedi.

İslam dünyasında da Hicri 4/Miladi 10. yüzyılda odaklanan bir eleştirel yaklaşım dönemi vardı ki Batı’ya ilham veren de bizzat o yüzyıldır.

Ne var ki 5/11. yüzyılın sonlarına geldiğimizde durumumuz değişti. İslam dünyası Haçlı istilasına uğradı. Haçlı tehdidi kısa sürede Hicaz’ın yanı başına ulaştı.  

Gazzâlî, henüz bu istila başlamadan bizdeki olumsuz bakışın onarmak ve geliştirmek yerine tahrip edip geri bıraktırdığını gördü, onunla mücadele etti.  

Haçlı istilasına karşı stratejiyi geliştiren ulema ve hükümdarlar da Gazzâlî’nin bu duruşunun Sünnete uygunluğunu fark ettiler, o duruşu Haçlılara karşı mücadeleye uyarladılar.

Selâhaddin-i Eyyûbî Dönemi’nin Abbâsî Halifesi Nasır, bir halife olmaktan öte, Bağdat ve çevresine hükmeden bir hükümdar gibi hareket ediyor. Etrafta zafer kazanıp büyüyen her İslam hükümdarını bir gün Bağdat’ı ele geçirmeye aday görüyor ve karşısında konumlanıyordu.

Kudüs mücadelesinde Selâhaddin’i hiç desteklemedi. Kudüs’ün fethinden sonra ise Selâhaddin’e karşı doğrudan mücadele etti. Bütün Hıristiyan dünyanın krallarıyla desteklediği, Batı’nın bütün büyük krallarının katıldığı III. Haçlı Seferi’nde Selâhaddin’in, Nasır’ın desteğine ihtiyacı vardı. Nasır, böyle bir günde bile asla Selâhaddin’in yardımına koşmadı. Aksine Selâhaddin’le temasa geçen ulemayı istihbaratına takip ettirip huzursuz etti.

Akkâ önlerinde Selâhaddin’in “Haydi İslam’ın yardımına!” çığlığı, bu yüzden karşılıksız kaldı. Yıllardır savaşmaktan şehir görmemiş askerleri zaman zaman öylesine umutsuzluğa kapıldılar ki “Yoksa İslam dünyasının tamamı mürtet mi oldu?” diye kendisine sordukları bile oldu.  Buna rağmen Selâhaddin, Halife Nasır’ın aleyhine tek söz söylemedi.

Batı, Halife’nin cihadı desteklediğini düşünüyordu. Siyasi gelişmelerden habersiz sıradan Müslümanlar da öyle düşünüyorlardı. Öyle düşünmeleri, İslam’ın lehineydi. Bu düşünce, gerçekliğe aykırı ise de maslahata uygundu.

Selâhaddin, yüksek disipliniyle kendine hâkim oldu, maslahatı gözetti. Hem Batı, savaşa daha fazla yüklenmekten ürktü hem sıradan Müslümanlar, Halifenin desteklediğini düşündükleri bir mücadeleyi daha çok desteklediler.

Günümüzde bu yüksek şuura aykırı bir hâl söz konusu. Peş peşe hezimetler yaşarken eleştirel bakışla hareket ediyoruz. Üstelik bizde sınıfsal bir yapı da olmayınca eleştirel bakış, sadece ulema ve siyasiler arasında kalmıyor. Onlar arasında yapılan tartışmaya en sıradan bireyler bile en üst perdeden katılıyorlar.

Öyle olunca Müslümanların hiçbir başarısı hak ettiği takdiri almıyor. Hem uluslar arası güçler, Müslümanların ihtilafta olduğunu görerek daha çok üzerimize varıyorlar hem sıradan Müslüman, herkesin birbirini eleştirip bütüne zarar verdiği böyle bir ortamda başarıya inanmıyor. Dolayısıyla mücadeleyi desteklemekte ağır davranıyorlar.

Bu hâlin sürdürülebilirliği yoktur. Batı’yı taklit edip ondan mal ithal eder gibi bakış ithal edeceğimize kendimize ait bakışı geliştirmek ve maslahatımıza uygun davranmak zorundayız. Bu da İslam dünyasına müspet bakmayı gerektiriyor.