• DOLAR 34.668
  • EURO 36.365
  • ALTIN 2941.769
  • ...

Eğitim politikaları, kültür politikaları ile bütünlük içinde her ülkenin aynasıdır; ülkenin rengini gösterir. Belki daha doğru bir ifade ile eğitim politikaları, bir ülkenin yol yön işaretleridir, ülkenin nereye gittiğini gösterir.

Eğitimin fikriyat iskeletini ise hiç kuşkusuz sosyal bilimler dersleri oluşturur. Özellikle dil ve edebiyat dersleri, bütün sosyal bilimleri ilgilendirmesi ile eğitim politikalarının fikriyat yönüne ayna tutar, tasarlanan geleceğe götürecek işaretleri mutlaka içerir.  

Bir ülke, kendisini hangi köklerle ilişkilendiriyor? Bugün kendisini nasıl görüyor? Kendisini gelecekte nasıl görmek istiyor? Bu soruların cevabını ders kitaplarında görmek mümkün.

Üniversiteye giriş sınavları, zorunlu eğitimin kazanımlarının karşılık bulup bulmadığını sorgulayan, dolayısıyla her yıl zorunlu eğitimin minyatürünü sorular üzerinden yapan, eğitimin bir mikro resmini çeken sınavlardır. O sınavlara bakarak ülkenin kültür ve eğitim politikalarını; dolayısıyla ülkenin kendisini hangi köklerle ilişkilendirdiğini, bugün nasıl gördüğünü ve yarın nasıl görünmek istediğini görebilmeliyiz.

Yüksek Öğretim Kurumuna (YÖK) bağlı Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin (ÖSYM) sorumluluğundaki bu sınavların Türkçe-Edebiyat kısmında 12 Eylül’den sonra bile çok belirgin bir ideolojik dil kullanılmadı. Tüm sınav tarihi boyunca herhâlde Türkçe-Edebiyatta on kez Mustafa Kemal’le ilgili soru sorulmamıştır. Bununla beraber yakın bir döneme kadar anlam sorularında, resmi ideolojinin Tanzimat’tan bu yana benimsediği eğilim; çocukların bilinçaltını etkileyecek bir dille alttan alta işlendi.

Soru metinlerinde İslam öncesi ve İslam sonrası Türk edebiyat birikimine, bir folklor nesnesi gibi ya da bir müze malzemesi gibi değinildi. İslam edebiyatı tamamen dışlandı. Batı edebiyatı, bütün birikimiyle ve kutsanarak metinlere yedirilip sunuldu. Hepsinden daha önemlisi: Yerel olan her şeye yönelik ustalıklı bir aşağılayıcı Sol eleştiri getirildi; buna karşı Batı’ya ait her şey alttan alta kutsanarak verildi.

Son yıllarda bu eleştirel yaklaşım genel olarak terk edildi. Bunun için de edebiyat ağırlıklı soru metinlerinin yerini kısmen günlük yaşama bakan sorular aldı. Ama bu kez de,

  1. Daha önce olmadığı kadar Batı dillerinden terim, metinlere girdi, Türkçe eğitimini olumsuz etkileyecek bir dil Batılılaşması metinlere sirayet etti.
  2. Sıradanlığı ancak aşmış nice Batılı yazar ve akademisyen paragraf metinlerinde görülmeye başlandı.

Bu yıl ise kelimenin tam anlamıyla bir facia yaşandı: Dil eğitimi ile günlük yaşam arasında ilgi kurma adına; geçmişin derin yapıları tarafından popülerlik kazandırılmış bir pop şarkıcısı kadın ile adını ilk kez bu sınavda gördüğüm ve eşcinsellikle ilgisi bulunan bir popçu ile ilgili değerlendirme, divan ve halk edebiyatı ile mezcedilerek öğrencilerin önüne kondu, reklam edildi.  

Nereden tutsanız tam bir facia çünkü;

  1. Metinde adı geçen kadın popçu, İzmir odaklı nesilsel değişimin bir simgesidir. Yaşam tarzı ile geçmişten kopmayı, Tanzimat günlerinden bugüne amaçlanan değişimi simgeliyor. Dede, dindar belki bir cami görevlisi (müezzin), baba ve anne, modern muhafazakâr (tesettürü benimsememiş ama inançlı), kendisi ise milli değerleri müzelik bağlamında dahi önemsemeyen sol eğilimli “çağdaş kadın”. Bu pop şarkıcısı, yıllardır bu simge olma hâlinin ekmeğini yedi. Parasını bir tür sistemin fiili reklamı olma hâlinden kazandı. Bu çerçevede resmi ideoloji tarafından popülerleştirilip beslendi. Öte yandan aynı kadın şarkıcı, sayısı bilinmeyen evlilikleri ile aile yaşamının tüketilişinin de simgelerindendir.

Herhâlde “modern muhafazakâr” ailelerin bu tür çılgın çocuklarından sonraki nesli, Batı’yla uyum içinde daha da “çağdaş” düşünülüyor ki soruda o pop şarkıcısının yanına eşcinsellik yönü olduğu söylenen bir yeni nesil pop şarkıcısı yerleştirilmiş: Dede, alim veya din görevlisi; oğul modern muhafazakâr; torun pop şarkıcısı, torunun çocukları eşcinselliğe bile açık olacak kadar ultra modern, Batı’nın son versiyonu… “Dayatılan” silsile ne yazık ki bu.

Paragraf metninin tasavvufi yönü de olan bir divan şairi ile ilişkilendirilmesi ise tam bir skandal. Zira 12 Eylül sonrası liberal politikalardan bu yana “milli bir eşcinsellik” üretmeye çalışan bir yapı var. Eşcinsellik, Batı’nın son üretimi değil; bize ait tarihi bir gerçeklik, renklerimizden biri diye propaganda yapıyorlar. Bu soru metni ne yazık ki bilerek veya bilmeyerek bu yapının emellerine hizmet ediyor. Sol yanı bulunan bir pop şarkıcısı ve eşcinsellik yönü olduğu söylenen bir neo Batı kuşağı mensubu popçu ile Şeyh Galip’i aynı kareye alarak, onun da yanına halk türkülerini seslendirmesiyle milli sanatçı statüsü bulunan Neşet Ertaş’ı eklemek… “Hepsi de bizden” mantığına (!) bakıyor ki Batılılar bunu olumlu anlamda “salata” ile anlatsalar da bizde buna ancak “tırşık (!)” denir. “Tırşıkçılık” ise hiç de olumlu değil.

Ve dikkat edin: Bu, bir yüksek lisans veya doktora sınavı değil, lise son sınıf öğrencilerine yönelik bir kazanım değerlendirme ve yetenek belirleme sınavı…

MESELENİN ARKA PLANI

Haklı olarak kendimize, “Bunu niye yaşıyoruz?” diye soruyoruz.  İşte ana etkenler:

  1. Bilgi konusunda tepemize kâbus gibi binen kompleks sorununu aşamıyoruz. İslamî kesimin duayen yazarlarının bulunduğu bir ortamda tanıklık etmiştim. Mikrofonu eline alan her şahsiyet, söze Batılıdan alıntıyla başlıyordu. Dehşet verici bir hâl!

Bir düşünelim: Bir ülkenin önde gelen Hıristiyan yazarları toplanıyorlar ve ayağa kalkan her yazar, bir İslam önderinin sözüyle konuşmaya başlıyor!

Üstelik o yazarların sözlerini senet edindikleri Batılı düşünürlerden geri kalır bir yanı yoktu. Her biri, andığı Batılı düşünürün yazdıklarını hay hay yazabilirdi.

Öyleyse neden onları göklere çıkartıp onlardan ilham almaya çalışıyorlardı? Herhâlde, çağdan ne kadar haberdar Müslümanlar olduklarını ispatlama kaygısına düşüyorlardı. Aslında kendilerini bilerek öyle kuruyor değildiler. Bilinçaltından öyle kurulmuşlardı. Yani özellikle bir kasıtları yoktu ve bu, kasıtlarının olmasından da daha kötüydü. Zira, nihayetinde bu tutum, ne yaptığını bilmemek, farkında olmadan davranmak kapsamına girer ki… Düşünür konumundaki insanlarımız bu hâlde iseler, onları okuyan sair kişiler ne hâlde olurlar acaba?

Bu, zannedildiğinden çok daha büyük bir sorundur. Bütün sahaya yansıyan bir sorun…

  1. Ülkenin bağımsız, tutarlı ve şamil bir kültür politikası yok. Bunun ilk kanıtı, kültür bakanlığının turizm bakanlığı ile bütünleştirilmesidir. Kültür işleri bir tür ticari tanıtım faaliyeti gibi değerlendiriliyor. Kültür bakanlığının Turgut Özal döneminde yaptığı hizmetler bile bu dönemde yapılmadı.

Kültür Bakanlığı, uzun süre Ertuğrul Günay isimli şahsın bakanlığında Sol çizgiyi sürdürdü. Sonra turizm bakanlığı ile bütünleşip edebiyattan tamamen elini çekti. Tiyatro ve sinema alanında ise eski solcu yazar çizerlerin “ılımlı” gibi görünen ama aslında paragöz tiplerini doyurma bakanlığı olarak kaldı.

Geçmişin eskimiş nice ismi, bu dönemde tekrar devlet tiyatrolarında ve sair yerlerde paraya boğuldu. Buna karşı, bu dönemde kayda değer bir tek tiyatrocu, sinemacı yetişmedi. Düşünce yüzeyselleşip popülerliğe teslim oldu.

İkinci kanıtı ise TRT dizileridir. Daha önce dizi yapacak para bulamayan bu kurum, bugün, Sol kalıntıların laçka dizileriyle halkın milyonlarını harcıyor. Yazık hem de çok yazık… Yapılan ne? Herhâlde günlük yaşamın ekrana yansıtılması diyecekler… Hakikatte ise tam bir rezalet… Halkı iyiliğe doğruya yöneltme yok… Nitelikli sanat eseri yok… Dil de edebî olma bir yana Türkçeye hakaret gibi. Manzara; arabesk ve “sevgenç” kültürünün biraz sol karıştırılmış pespaye bir hâli…

Üçüncü kanıtı ise edebiyat ders kitaplarıdır. 1950’li yıllardan bu yana ülkede edebiyat ders kitapları hiç bu kadar niteliksiz yazar çizer torbasına dönmemişti. Sanki aklını tatil etmiş biri, Ankara’da Sakarya caddesi, İstanbul’da İstiklal Caddesi meyhanelerini dolaşıp Sol masalardan yazar çizer ismi almış da “tarafsızlık olsun” diye ders kitaplarına tıkıvermiş. O ders kitapları ile ülkede Akif’in değil, Necip Fazıl’ın gençliği değil ancak Orhan Veli’nin edebiyatı meze bilen masa arkadaşları yetişir.

Dolayısıyla ÖSYM’nin tutumu, ÖSYM’ye özgü veya bireysel bir sapma değildir. Kültür politikalarının bir yansımasıdır. Ülkenin kültür politikalarının resmidir.

  1. Milli Eğitim, YÖK, TRT denmeden bütün kurumlarda ehliyetsiz, makam düşkünü, fikriyatı olmayan, ameli güne göre ayarlanmış tiplerin siyasiler tarafından tercih edilip terfi edilmesi sorunun bir diğer yanını oluşturuyor.

Kültürden, düşünceden nasibini almamış bir yapı; şunun bunun kardeşi, yakını mantığıyla, kültür politikalarının en önemli kurumlarını yanar döner tiplere teslim ediyor.

Bu tipler namaz da kılsalar oruç da tutsalar, gerçekte her şeyleri ile sadece günlerini kurtarma peşindeler. Kendilerini o makama getirenlerden yana eminler. Geriye geçmişin baronlarını memnun etmek, kendilerini Sol medyanın dilinden korumak kalınca önüne gelene “şabaş çeken” bir çalgıcıya bürünüyorlar. Öte yandan bu yanar döner tipler, Sol medyanın hedefine alacağı herkesin koltuğundan olacağından, onların öveceği herkesin de “kamuoyu desteği sağlam” denerek yerinde tutulacağından eminler. Bunun için, söz konusu olan sanat, edebiyat, kültür olunca duyarlılıklarını bildikleri o çevreleri odağa alarak hareket ediyorlar.

  1. Nihayetinde kökleri sağlam bir bağımsızlık hareketi ancak sağlam bir kültür ve dolayısıyla eğitim politikası ile mümkündür. Öyle görünüyor ki bu, hâlâ göze alınmıyor. Dışarıda Batı’dan kopuş, eksen kayması; içeride Tanzimat’tan Cumhuriyete her yere sinmiş “çağdaşçı” yapıyla çatışma olarak yorumlanacak her tür girişim; program bozacak, işleri rayından çıkaracak hikmetsiz bir adım olarak görülüyor. Batı’nın ve içerideki acentelerin “tam bağımsızlık” olarak görecekleri her tür adımdan özenle kaçınılıyor. Aksine kültür ve eğitim politikaları üzerinden ana eksenden kopulmadığı, yapılanların sadece ana eksen içinde, Batılı anlamda bir sistem içi muhafazakârlık olduğu ispatlanma kaygısına düşülüyor.

Bu kaygı, eğitim, aile, kültür bakanlıklarının sahasına giren her hususta İslamî kesimin ve duyarlı sıradan dindar insanın tepkisine yol açan sistematik uygulamalara dönüşüyor.