• DOLAR 34.661
  • EURO 36.362
  • ALTIN 2946.575
  • ...

ABD’de Siyahîlere yönelik ayrımcılığı protesto gösterileri, yer yer kölelik karşıtı gösterilere dönüştü.

Batı uygarlığının dayanak sütunu, hiç kuşkusuz sömürgeciliğe ve köle ticaretine dayanıyor. Batı, geçmişinin bu yanıyla, samimiyeti sorgulanır birkaç entelektüel sorgulama dışında yüzleşmiş değil. Aksine en zalim köle tüccarlarının heykelleri, en görkemli meydanlara bir milli simge olarak dikilmiş duruyor.

ABD merkezli son gösterilerin öncekilerden ayırıcı bir niteliği, göstericilerin Batı’nın simgeleri konumundaki bu köle tüccarları heykellerine saldırma cesaretini kendilerinde bulabilmiş olmalarıdır. Bu, büyük bir cesarettir ve Batı uygarlığının geleceği açısından da simgesel bir öneme sahiptir.

Konunun bu yanını başka analizlere bırakarak bugünkü analizimizde İslam dünyasında kölelikten söz edeceğiz. Kimdi “bizim kölelerimiz”? ve bizde nasıl bir serüven yaşadılar? Sorularına cevap arayacağız.  

KÖLELİKTEN ÖZGÜRLÜĞE

Öncelikle ifade etmek gerek. İslam aleminde, renge dayalı, başka bir ifadeyle ırksal kölelik yoktur. İslam’ın insanlığın kardeşliğini duyuran mesajı, böyle bir uygulamanın oluşmasını peşinen engellemiştir.

Bununla birlikte İslam, Mekke’de esaslarını duyurup Medine’de nizamını kurduğunda dünyada devasa bir kölelik sistemi vardı.

İslam’ın esasları özünde devrimci, uygulamada maslahatçı ve dolayısıyla ıslahatçıdır. İslam, köleliği bir anda bitirmemiş ama köleliğin bitmesi için zemin hazırlamıştır.

Kölelik sisteminin, zeminin çok altına inmiş kökleri vardı. Herhalde bizzat bir kısım köle dahi, köleliğin bir anda sonlandırılmasını talep etmezdi. İslam, özgürlüğü teşvik ederek onlarda hem bu talebi oluşturdu hem kendi oluşturduğu o talebe karşılık verdi.  

İslam ve kölelik denince şahıslar bağlamında akla ilk gelen Hz. Bilal radiyallahü anh’tır. Hz. Bilal, İslam’ın, renge dayalı ırkçılığa karşı tutumunun simgesidir.

Hz. Bilal, eziyet altında bir köle iken, Hz. Ebû Bekir radiyallahü anh tarafından özgür bırakıldı. Böylece Hz. Bilal, Mekke’de İslam’ın özgürlük yanının bir simgesi oldu. Medine’de ise İslam’ın çağrısı olan ezanı okumayı üstlendi.

Hz. Bilal’in ezan okumasını üstlenmesi, çoğu zaman sesinin güzelliğine bağlanarak basitleştirilmiştir. Oysa İslam’ın dinde son halka oluşu açısından bu, başlı başına bir mucizedir. Dünyanın bir köye dönüşeceği tarihsel sürece seslenecek olan İslam’ın çağrısının kölelikten azat edilen bir Siyahi tarafından üstlenilmesi… Henüz yeterince irdelenmemiş bir husustur.

Mekke fethedildiğinde ise Hz. Bilal, ezanı Ka’be’nin damına çıkarak okuyacaktır. Ka’be’nin tepesinde ezan okuyan bir Siyahi… Bu, Mekke’deki nizam açısından dehşet vericiydi. Siyahi… Ezan okuyan bir Siyahi… Ka’be… Ka’be’nin tepesine çıkan bir Siyahi… Ka’be’nin tepesinde ezan okuyan bir Siyahi…

Bu, cahili sistemin o günkü mirasçıları için anlaşılmaz bir hâl… Nitekim, rivayetlere göre Mekke’nin eşrafı bunu kabullenmekte güçlük çekmiş ve aralarından biri “İyi ki babam zamanında öldü de bugünleri görmedi!” demiştir.

Namaz kurtuluştur; cemaatle namaz, aynı zamanda saflarda eşitlenmedir. Hz. Bilal, ezan okuyarak kurtuluşla birlikte saflarda eşitliğe çağırırdı aynı zamanda ya da saflarda eşitlenme ile kurtuluşa…

Ka’be’nin tepesine çıkış ise bambaşka bir anlam taşır: İslam içinde yükseliş… İslam olanın kölelikten özgürlüğe, özgürlükten efendiliğe doğru yol alışı…

İnsana yükseliş yolunu açması açısından İslam, hakikaten baş döndürücüdür.

Rivayetlere göre Hz. Bilal meclise gelince Hz. Ömer radiyallahü anh, onu ayakta karşılarmış. Bu, o günün dünyasında her yönüyle garipsenecek bir vakaydı. Bunun için kendisine konumu hatırlatılarak “Ey Mü’minlerin Emiri! Bunu neden yapıyorsun?” diye sormuşlar. Hz. Ömer, İslam’ın bütün ırkçıları dehşete düşürecek mesajını latifçe ifade ederek cevap verir. “Çünkü” der, “O bizden önce Müslüman oldu, Allah’ın Resulü ile daha çok birlikteliği oldu. Bizden evladır!” Kölelik mi? Her şey, işte bu kadar!

İslam’ın çok konuşulmayan diğer bir simge azatlı kölesi ise Selman-ı Farisî’dir. İranlı dolayısıyla beyaz köle olan Hz. Selman radiyallahü anh, henüz Medine günlerinde Hendek Savaşı’nda istişarede görüş sahibi oldu. İran’ın fethinden sonra ise Medâin valiliğine atandı, Hz. Osman radiyallahü anh günlerinde de görevinde kalarak vefatına kadar Müslümanları yönetti.

ÖZGÜRLÜKTEN PADİŞAHLIĞA

İslam’ın ırksal, sınıfsal hiyerarşiyi kıran, ona karşı idarede takva ve ehliyete dayalı görevlendirmeyi getiren yaklaşımı, insanlığı şaşkına çeviren uygulamalar getirdi.

İslam’ın üzerinden henüz elli yıl geçmeden insanlığı bir rüyadaymış gibi şaşırtan ilginçlikler görüldü dünyada: Köleler özgür kalıyor ve o güne kadar hep sınıfsal yaşama alışmış insanlığın gözleri önünde, Hz. Bilal’in Ka’be’nin tepesine çıkması misali, hayatın bütün alanlarında hiyerarşide en tepeye yükseliyorlardı.

Kölelikte yönetim dışı yükselişin simge isimlerinden biri Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın azatlı kölesi Nafi’dir. Fars veya Berberî asıllı olma ihtimallerinden söz edilen Hz. Nafi, Abdullah b. Ömer’e köle olarak verildi ve Hz. Abdullah, onu İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olarak yetiştirdi, kendisine köle diye verileni bir ilim padişahı olarak yüceltti.

Sonraki dönemin büyüklerinden İmam Ebû Hanife Hazretlerinin de dedesinin azatlı bir köle olma ihtimali söz konusudur.

İlimdeki manevi padişahlık bir yana, İslam’ın köleleri özgürleştirme hareketi bizzat dünyevi padişahlığa kadar uzanmıştır.  

Dünyevi padişahlığın ilk isimlerinden biri Mısır Emiri Ahmet b. Tolun’dur. Tolun, Orta Asya’dan getirilen bir Türk köledir, özgür bırakılıp emirliğe terfi edildi. Oğlu Ahmet ise İslam içinde yetişerek Kur’an ve Hadis’i sağlamca öğrendi, İslam fıkhını kavradı, büyük bir Müslüman asker olarak yetişti.  

Azatlı bir kölenin oğlu Ahmet b. Tolun,  nihayetinde İslam’ın ona açtığı yolda, İslam dünyasının kalplerinden Mısır’a emir oldu. İslamî ilimlerin kendisine kazandırdığı özgüvenle Mısır’ı mamur etti, Katia şehrini kurdu, bugüne kadar ayakta olan ünlü camisini bizzat kendi adına inşa etti. Camiyi uhrevi ve dünyevi ilimlerin merkezine dönüştürdü. Yönetimindeki adaletiyle çevrenin ilgisini çekti ve idaresi Şam’a kadar uzandı.

Kölelerin özgürlükten padişahlığa yükselişinde daha çarpıcı örnek ise yine Mısır’da İhşidîler döneminin özgür bırakılan kölelerinden Kâfur’dur.

Kâfur, Arapçada Siyahî demektir. Sudan’dan henüz dört yaşında Mısır’a köle olarak getirilmiştir. Anlaşılacağı üzere kahramanımızın adı bile yoktur. O, sadece rengi ile bilinmiştir. Ama Kâfur, İhşidîlerin zayıflaması üzerine Hicri 355, Miladi 966’da İslam’ın en aziz coğrafyalarından Mısır’a emir oldu. Bilindiği kadarıyla Kâfur’un Mısır hükümdarlığı insanlık tarihinde Siyahîlerin Orta ve Güney Afrika kıtası dışındaki ilk hükümdarlığıdır. 

İslam aleminin kadim merkezinde bu serüven yaşanırken doğusunda da benzer bir serüven yaşanıyordu.

Alptekin, Maveraünnehir’e hükmeden Samanîler Devleti’ne bir köle olarak getirildi ama özgür bırakıldı, yükseldi ve kendisini besleyen ilim ve irfan ile Gazneliler Devleti’ni kurdu, köle iken hükümdar oldu.

Gazne Devleti’nde de Sebüktekin bir köle idi, özgür bırakıldı, yükseldi ve nihayet Gazne Devleti’ne hükümdar oldu. Oğlu, Gazneli Mahmud diye bilinen Mahmud ise henüz yirmi yaşını bulmadan Gazne Devleti’nin başına geçti, Hindistan’ı fethetti, o günkü dünyanın en güçlü hükümdarı konumuna çıktı ve İslam tarihinde ilk kez “Sultan” unvanına layık bulundu.  Böylesine bir baş döndürücü hikâye, modern dünyada sadece taklit bile edilse başımızı döndürür. Ama söz konusu İslam ve kölelik ise pek de şaşılacak bir husus değil.  

İslam aleminde köleliğin ipini ise Eyyûbîler çekti. Her Müslüman, köle azat etmek isterdi. Eyyûbî hükümdarları ise bunu adeta bir akıma dönüştürmüşlerdi. Hemen her Eyyûbî emiri, ölüm döşeğinde iken günahlarına kefaret ve ahireti için sevap olsun diye, bir Eyyûbî geleneği gibi bütün kölelerini azat ederdi. Öyle ki Eyyûbîlerden sonra kölelik, İslam aleminde birkaç yüzyıl daha devam etmiş ama can çekişe çekişe bir tür askeri mekanizmaya dönüşüp nihayetinde tarihe karışmıştır.

Eyyûbîleri İslam’da kölelerin özgürlükten padişahlığa çıkaran serüveninde tarihsel bir dönüm noktası yapan asıl husus ise kendilerinden sonra Kölemenler Devleti diye bir devletin kurulmasıdır. Başka bir ifadeyle kölelerin padişah olarak İslam dünyasının kalbine yerleşmesidir.

Eyyûbîlerin özgür bırakılmış köleleri tarafından kurulan ve Memlükler Devleti dediğimiz o devlet, öylesine bir Mısır devleti falan değildir. Hep özgür bırakılmış kölelerin ve onların bir iki alt soylarının yönettiği o devlet, Mekke ve Medine’ye hükmetti; İslam hilafetini bünyesinde bulundurdu; Kayseri önlerinden Yemen’e; Azerbaycan yakınlarından Tunus’a, İslam dünyasının ana kıtasını yüzyıllarca yönetimi ve etkisi altında bulundurdu.

Bunun için Eyyûbîlerden sonra, Memlûk Devleti kuruldu demek doğru olduğu kadar, köleler İslam dünyasının ana kıtasına padişah oldu demek de bir o kadar doğrudur.

Moğolları yenen Seyfeddin Kutuz ve Baybars, özgür bırakılmış köleler oldukları gibi kendilerinden sonra Moğollar gibi Haçlı kalıntılarını darmadağın eden diğer Memlük Devleti hükümdarları da birer azatlı köleydiler.

Onlar, İslam’ın köleliği bitirmekle ilgili getirdiği açılımın ve İslam dünyasında köleliğin serüveninin somut neticesidirler. Eğer, İslam kölelik konusunda ne yaptı? Diye sorulursa “Memlükler Devleti” cevap olarak verilebilir. Bizim kölelikle ilgili hikâyemiz, kölelerin o devletle bütün mukaddes mekanlarımıza ve ana kıtamıza hâkim olmalarıyla nihayetini buldu.

İşte bizim kölelerimizin hikâyesi bu… Batı’nın kölelerinin hikâyesi ise Mekke’de Ümeyye b. Halef’in taşları altında nefes alamayan Hz. Bilal misali, ABD polisinin dizi altında “Nefes alamıyorum!” diyen George Floyd’dur.

Keşke biz George Floyd’lara, Hz. Bilal’leri, kölelikten özgürlüğe, özgürlükten padişahlığa yol alan nice İslam kahramanını anlatabilseydik…

Kendimizi hiç mazur görmeyelim. Bunu yapmayarak bu iletişim çağında dahi İslam’ı anlatmaktan aciz kişiler olarak, ABD polisi Derek Chauvin'in boynuna basan diz, bir yanıyla da bizim dizimizdir.

Floyd, “Nefes alamıyorum!” derken sadece polis Chauvin’e değil, bizzat bize de seslenmiştir. Dünyada her gün yüz milyonlarca Floyd, “Nefes alamıyorum!” diye bize sesleniyor ve biz o sesleri duymamak için başka sesler dinliyoruz…

Geçmişin sessiz dünyasının duyarsız insanı kulaklarına pamuk tıkardı. Bugünün sesler dünyasının insanı ise sesleri duymamak için başka sesler dinler. Modern dünyada ortak hikâyemiz bu…