• DOLAR 34.446
  • EURO 36.302
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Bizde adaletten söz edildiği devirlerde “tebdîl-i kıyâfet”ten de söz edilirdi. Tebdîl-i kıyâfet etmek, devlet başkanının forslarından, kendisini tanıtan kıyafetlerden soyutlanıp çoğu zaman bir derviş kıyafeti içinde halkın arasına karışmasıdır.

Gaye, derviş nasıl Hak arayışındaysa, adalet dağıtılacak kişileri öylesine aramaktır.

İslam kaynaklarına göre ilk tebdîl-i kıyâfet yapan Hz. Dâvûd aleyhisselam’dır. Hz. Dâvûd, hükümdar olduktan sonra tebdîl-i kıyâfetle halkın arasına karışır, yanlış giden bir uygulama var mı diye öğrenmeye çalışırdı.

Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’den sonra ise Hz. Ömer, halktan biri gibi giyinir; gece karanlığında Medine sokaklarında dolaşır, halkın durumunu ve devlet uygulamalarından memnun olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı.

Bu, İslam’ın adalet anlayışının tam bir tatbikidir. Zira, İslam’da “Adalet, mülkün temelidir”; adalet, aranmaz. Devlet, adalet dağıtmak için bizzat çaba gösterir.

Bizde devlet başkanı, devlet yetkilileri; adil olmaya zorlanmayı beklemez. Adalet dağıtmak için haksızlığa uğrayanların çığlık atacakları, kapısına dayanacakları vakti beklemez. “Acaba haksızlığa uğramış biri var mı?” diye kendisi, dervişin Hakk’ı aradığı gibi adalet dağıtacağı kimseleri arar. Kısık sesleri tek tek tetkik eder. Kim haksızlığa uğradığı hâlde sesini duyuramamıştır diye kulak verir ve zaviyesinde zikriyle mesut olan abid misali adalet dağıtmaktan huzur bulur. Erdem budur. Adalete zorlananın adilliği, erdem değildir.

Bizde devlet, adalet üzere tesis edilir. “Kuruluş/oluşum süreci”nde olmak; adil olmamaya mazeret değildir. Belki devletlerimizin en adil süreçleri, oluşum süreçleridir.

Batı’nın adalet anlayışı, bizim adalet anlayışımıza neredeyse tam zıt yönde teşekkül etmiştir. Batı’da adalet, bileği kuvvetli, asabiyesi kalabalık, kesesi dolu, kamu gücü çok olanların varlıklarını kullanarak aldıkları haklardan ve bu haklar arasında oluşmuş dengeden ibarettir.

Batı’da asker, silahına sarılarak; işçi emek gücüne dayanıp dayanışma içinde greve giderek, gösteriler gerçekleştirerek, zengin, sermayesini öne sürerek hak ettiğine inandığını almıştır.  Batı’daki mevcut haklar da bunlar arasındaki uzlaşmadan doğmuştur. Bunun için Batı’da “adalet”in tesisi geç ve çatışmalı vuku bulmuştur.

Günümüz İslam ülkelerinde, devleti yönetenlerin adalet anlayışları onların referanslarını ortaya koyar. 

Halkın talepte bulunmasını beklemek,

Sadece sermaye gücü olanlara,

Sadece bilek gücü olanlara,

Sadece kamuoyu oluşturma gücü olanlara,

Sadece oy gücü olanlara adalet dağıtmak Gayri İslamî’dir. Tepeden tırnağa Batı referanslı bir yaklaşımdır.

Adalet dağıtacağı kişileri bir derviş gibi kapı kapı aramak ya da adaletin sağlanması için kapısının eşiğinin halk tarafından aşınmasını beklemek…

Zulmün mazereti olmaz… Herkes, bu ölçülere göre oturup yerini belirlesin… Dünyaya nereden baktığını düşünsün…

İslam’ın Batı’dan üstünlüğüne inanırken Müslümanları Batı’nın mahkemelerinde adalet arayışında tutmak ağır bir tutarsızlıktır.

Adaleti süreçlere göre rafa kaldırmak ise zulümdür.