• DOLAR 34.646
  • EURO 36.509
  • ALTIN 2931.411
  • ...

Duyarsızlık, üzerinde sorumluluk bulunan herkes için felakettir, siyaset içinse daha büyük felaket…

Bu hususta Emevî günlerinden alınacak büyük dersler vardır.

İlk Emevî idarecileri, itibarlarını büyük fetihlerle kazanmışlardı. Ama toplum içindeki güçlerini duyarlılıklarından alıyorlardı.

Onlar, muhaliflerinin davranışlarını takip konusunda ne kadar duyarlılarsa dostlarının ve sıradan halkın sorunları konusunda da o ölçüde duyarlılardı.

Onlar, bir yandan muhaliflerini sıkıca gözetler ve acımasızca bastırırlar ama aynı sıkılıkla halkı da gözetlerlerdi.

Bunun için Hz. Hüseyin’in kanını döktükleri hâlde kendilerine karşı muhalefet, bütün ikna edici argümanlarına rağmen ülkenin tamamına yayılmadı.

Onlar, toplumla ilgili duyarlılıkları ile en büyük günahlarına mazeret uydurabildiler ve halkın kitleler hâlinde muhaliflerinin yanına geçmesini engellediler.

Onlar için siyasette “önemsiz, küçük” kavramları yoktu. Zira yaşlı bir kadının kınamasının büyük bir toplumsal hareketliliğe dönüşebileceğini bilecek kadar güçlü bir idare kültürüne sahiptiler.

Bunun için, her muhalefet hareketi hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın onlar karşısında zayıflayıp tükendi.

Sonra Emevî kadınlarının da arka plan etkisiyle “Olur böyle şeyler!” diyen duyarsız hükümdarlar dönemi geldi.

Ne muhaliflerinin çalışmaları onları ürküttü ne dostlarının uyarıları onları harekete geçirdi. Neticede İslam dünyasının bir daha hiçbir zaman ulaşmadığı bir tek el iktidarı, yüz yılını doldurmadan yıkıldı.

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dışında hiç kimseye nasip olmamış fetihler… Çin sınırından Atlas Okyanusu’na uzanan bir ülke… Tarihte görülmüş en uzun bütünleşik kara hâkimiyetlerinden biri… Ve hatta Ömer b. Abdülaziz Hazretlerinin büyük ihya hareketi… Hiçbiri Emevîleri ayakta tutamadı.

Gerçeklerin ifadesi çoğu zaman acıdır, siyaset içinse daha da acıdır. Ne var ki kalemler, hakikati beyan için vardır.

Siyasetçiyi kimi zaman peş peşe başarılar duyarsızlaştırır. Kimi zaman muhaliflerinin kronik başarısızlığı… Hangisinden kaynaklanırsa kaynaklansın siyasetçi, toplumsal sorunlara duyarlılığını kaybettiğinde, toplumsal sorunları istihza ile karşıladığında, toplumsal sorunların çözümünü ertelemekte bir mahsur görmediğinde kaybetmeye başlamıştır. Eğer siyasetçi aynı zamanda bir dava sahibi ise kendisi ile beraber davası da kaybetmeye başlar.

Toplumsal konumuna bakılmaksızın her şahsı ayakta karşılayan bir siyaset yerine, her şahsın önünde esas duruşta beklemesini isteyen bir siyasete doğru gidiş…

İtirazlara alışarak duyarsızlaşan, itirazları “Olur böyle şeyler!” diyerek geçiştiren, sorunları çözmek yerine normal gören bir siyasi hantallığa doğru yol alış…   

Basit bir mail için adeta ordu seferber eden bir bürokrasi düzeninden gücünün yettiğini azarlamaktan zevk alan bir bürokrasi düzenine yöneliş…

Dostların uyarılarının cezalandırıldığı, muhaliflerin eleştirisinin ise kitlelere ulaşmasının engellenemediği bir ortama doğru kayış…

Bu gidişat, önce siyasi bir belirsizlik oluşturur, endişeye yol açar. Sonra güçlü değişim talepleri doğurur. O değişim talepleri karşılanmadığında toplum, siyasi bir değişime yönelir. O durumda geçmişin hiçbir başarısı, bu değişimin önüne geçemez.

Kaç aydır, nafaka mağdurları ve genç yaşta evlenen anneler ağlayıp duruyor. Hâle bakıp haklı olarak “Aile tükeniyor mu?” endişesi yaşayan bir halk… Adalet mekanizmasına güvenini yitiren kalabalıklar… Buna karşı kahredici bir suskunluk veya öfkeli bir reddediş hatta istihzalı bir bakış…

Toplumun; yönetenlerin sorun çözmek ile ilgili duyarlılık ve kabiliyetlerine güvenleri sarsılıyor. Bu güven, çok güçlü bir şekilde yeniden inşa edilmezse derin siyasi neticeler doğurur.