• DOLAR 32.367
  • EURO 34.974
  • ALTIN 2325.254
  • ...

Toplumsal olguların varlığı ile görünürlüğü, kronolojik olarak farklılık arz eder. Toplumsal bir olgu olarak kadına yönelik şiddet, Batı’da tarihsel bir gerçekliktir. Kadına yönelik şiddetin Batı’da görünür kılınması ise feminizmle ilişkilendirilmektedir.

“Feminizm” kavramı, Latincede “kadın” anlamına gelen “femine” kelimesinden gelmekte ve sözlük anlamıyla “kadıncılık” anlamına gelmektedir.

Feminizm, ilgili araştırmacılara göre, bir hareket olarak Avrupa’da üç dalga hâlinde gelişmiştir.

Kökleri daha öncesine dayansa da 19. yüzyılda yaygınlaşan birinci feminizm dalgası, bir modern Batı akımıdır; Batı’nın kadınla ilgili geleneklerini ıslahı hedeflemiştir.

Batı’da kadın, seçme ve seçilme hakkından yoksundu; kocasından ve yakınlarından eziyet görüyordu; erkeklerle aynı işi yaptığı hâlde farklı bir ücret uygulamasına tabi tutulabiliyordu. Birinci feminizm dalgası, buna karşı kadının seçme ve seçilme hakkını savundu, kadına yönelik şiddeti protesto etti ve ücret uygulamalarında kadının aynı işi yapması durumunda erkekle eşit ücret alması için çalıştı.

I. Dünya Savaşı sonrasında gelişen ikinci dalga feminizmi onun devamı ama ondan çok farklıdır; büyük ölçüde sosyalist karakterlidir, inançsızdır, kadını “kadın hakları” maskesi ile bütün değerlerinden soyutlamayı, kadını insanî değerlere düşmanlaştırmayı temel amacı hâline getirmiştir. Bu akım, sosyalizmden aldığı “sömürü, emek” gibi kavramlarla kadını ailenin temel unsuru olmaktan çıkarmaya çalışmış, çocuk doğurma ve aileye karşı savaşı, hareketin temel eylemleri arasına katmıştır.

İnsan, vahiyden kopunca insanlığa karşı eylemlerin organizatörü hâline gelir. Seküler hareketler, başta hangi hedeflerle ortaya çıkmış görünürse görünsün zamanla insanın aleyhindeki en uç taleplerin organizatörüne dönüşmüşlerdir.

Sosyalizmin tükenişine doğru gelişen üçüncü dalga feminizmi, ikinci dalga feminizminin söylem ve eylemlerini çok daha uçlaştırmıştır. Sosyalist ideolojiden sonra boşluk yaşayıp bunalıma düşen Batı’nın bir kısmı kadını bu postmodern akımla erkeğe karşı, kadının iktidarını hedeflemiştir. Bu akım, sadece aileyi değil, kadın-erkek ilişkisini bile sorgulamış, “geleneksel iktidar” diye konumlandırdığı erkeğe karşı savaşı eylem hâline getirmiş, gelenekteki erkek iktidarına karşı yeni dünyada bir “kadın iktidarı” amacı gütmüştür. Bu akım, aile karşıtı ve erkeğin sosyal ve siyasi rolünü zayıflatıcı yasalara öncülük etme konusunda sınırsızdır. Bu konuda her tür “değer” hatırlatılmasına karşı öfkeli, hırçın ve yıkıcıdır. Erkeği düşmanlaştırarak, onun eziyet çekmesinden, zavallılaşmasından haz almaktadır.

6284 No’lu Yasa ve Feminizm

Türkiye’de son dönemde çıkarılan ve 6284 no’lu sözde aile yasasıyla en uca varan yasalar, birinci veya ikinci feminist dalganın değil, bizzat üçüncü feminist dalganın etkisi altında çıkarılmıştır. Bu yasaları çıkaranların hedefi ne olursa olsun, ruhunda üçüncü dalga feminizminin öfke, hırçınlık ve yıkıcılığı vardır. Yasayı sahiplenenler, her tür değer hatırlatılmasından uç noktada rahatsız oluyorlar, eylemlerine militanca sahip çıkıyorlar, yaptıklarının yol açtığı yıkımı görmüyorlar, bu yıkımı kendilerine gösteren herkese hücum ediyorlar. Kendilerini adeta “tanrısallaştırarak” yaptıklarının sorgulanamayacak ölçüde doğru olduğuna inanmış görünüyorlar. Söylem ve eylemleri, özellikle vahiy (Kur’an ve Sünnet) üzerinden sorgulandığında klasik Avrupa feminizminin karakteriyle aşağılayıcı bir tutum içine giriyorlar, sorgulamayı yapanları mahkum etmek için hırslandıkça hırslanıyorlar.

Öncülük ettikleri yasaların yol açtığı mağduriyetler konusunda ise tek kelimeyle vicdansızdırlar, feminist iktidar hırsıyla ellerinden gelse çok daha katı yasalar çıkaracaklardır.

Bunları dinlerseniz bütün ülkeyi yüzyıllar boyu baştan başa bir kadın işkencehânesi zannedeceksiniz. Üstelik, Batılılardan farklı şeyler söyleyip ayet ve hadis okurlarsa bile, kadınla ilgili bütün olumsuz hâllerin köklerini de sıradan bir üçüncü dalga Batı feministi gibi temel değerlere yüklüyorlar.

İslam Dünyası ve Kadın Sorunları

İslam dünyası ne yazık ki Hz. Aişe radiyallahü anha validemizin alime kadın örnekliğini sürdürmedi. Kadın ilim konusunda istisna devir ve şahsiyetler dışında erkeğin gerisinde kaldı.

Kadınlarla ilgili İslamî kaynaklar, İlâhi adaletin ürünü iken kadın aleyhindeki örfün etkisiyle vahyin özüne aykırı yorumlandı; İslamî toplumun iki ana unsurundan biri olan “hür kadın” profili yerine bir tür “esir kadın” profili üretildi.

Resulullah salallahü aleyhi vesellem’in uygulamalarında pek çok hususta istişarenin içinde yer alan kadın bu mekanizmanın dışında bırakıldı.  

Henüz Hz. Osman radiyallahü anh’ın seçiminde bile reşit kadınlar bir yana, henüz kadınlık evresine girmiş genç kızların bile seçme hakkından söz edilirken kadın, seçim ve biat mekanizmasından tamamen dışlandı.

Geleneksel toplum düzeninde kadın, sadece kocasından değil, kayınbabasından, kocasının kardeşlerinden veya kocasının ağabeylerinin kadınlarından eziyet gördü, onlar tarafından dövüldü, evden atıldı, iftiraya uğradı.

Kadının boşanma hakkı en uç görüşlere göre yorumlandı; kadın rızası dışında evlendirildiği gibi Batılı bir Katolik kadın gibi bu rıza dışı evliliğe ömür boyu da mahkûm tutuldu.

Kur’an’da yoruma yer bırakmayan açık hükme rağmen, kadın baba mirasından yoksun bırakıldı, en dindar aileler bile mirası zalimce erkekler arasında dağıtıp kadını “Kardeşlerim alsın” sahte rızasına itti. Bu sahte rızaya razı olmayan kadınlar, bir tür hain, asaletsiz ilan edildi. Müslüman bir toplum için ne üzücü bir hâl değil mi? Kadın, Allah’ın yasalarının uygulanmasını isteyince asaletsiz oluyor, hain ilan ediliyor! Bundan alınacak çok ders vardır.  

Ancak, bu sorunlara karşı çözüm, Batı’nın feminizm dalgaları değildir; erkekliğe karşı, kadıncılık bir çözüm olarak ortaya konamaz.

İnsanlar, Allah’a kulluğa karşı çıkınca bir türlü adaleti (dengeyi) bulamazlar; güçlünün iktidarı üzerinden bir yönetim tarzı geliştirirler, bir haksızlıktan başka bir haksızlığa geçerler.       

Erkekçiliğin güdüldüğü bir dünyada kadın mağdur olurken ve bundan başta çocuklar olmak üzere aile de bu mağduriyetten olumsuz etkilenirken kadıncı uygulamalarda da erkek mağdur olur ve aile zarar görür. Adı konmamış erkekçiliğe karşı, çözüm adı konmuş bir kadıncılık olamaz. Çözüm, bütün konularda olduğu gibi yüce Allah’ın adaleti üzerinde buluşmaktır.

İslamî hareketler, muhafazakâr değildir. İslamî hareketler, geleneği savunmak üzere değil, geleneğin de içinde yer aldığı gayri İslamî uygulamalara karşı İslamî uygulamaları harekete geçirmek üzere var olmuşlardır.

Geleneğin çirkinliklerini İslamî hareketlere yüklemek, İslamî hareketleri gayri İslamî örflerin savunucusu yapmak tuzaktır. İslamî hareketler, bu tuzağı teşhir ederek kadın hak ve hukuku konusunda cesur davranmak durumundadırlar.

Kadının mağduriyeti İslamî hareketler için bir engel değil, aksine kendilerini ifade etmeleri için büyük bir fırsattır. İslamî hareketler, 20. yüzyılda, selef-i salihin çizgisinde bu fırsattan yararlanmışlar, geleneğe karşı kadın haklarını gündeme getirmişler ve bundan kazançlı çıkmışlardır. Sonraki gelenekçi söylemler, buna karşı kasıtla üretilmemişse de kasıtla yaygınlaştırılmıştır.

Kadın sorunları konusunda çözüm, ne gayri İslamî geleneğe sığınmaktır ne de feminist dalgalardır; her ikisinde de boyutları aynı olmasa da adaletsizlikler vardır. Geleneği ehven-i şer diye almak yerine vahyin kadına verdiği haklara yüce Allah’ın hükmüne teslim olma samimiyetiyle sahip çıkmak, feminist yıkıcılığı bertaraf edip aileyi ihya eder.