• DOLAR 34.6
  • EURO 36.319
  • ALTIN 2922.813
  • ...

Toplum, eğitim konusunda süreklilik ister. Bir yönüyle haklıdır, başka yönden durum farklı. Eğitimin sabitleri vardır: Eğitimin felsefesi, misyonu. Sabitler, istikrar ister. Bir de eğitimin değişkenleri vardır: Programları, teknikleri, araç ve gereçleri…

Eğitim, sabitlerini koruyarak değişkenlerinde ne kadar hareket yaşarsa o ölçüde kendini yeniler, ihtiyaca cevap verir ve en önemlisi çağın önünde gider. Çağın önünde diyorum. Zira eğitimde esas olan, çağa uyum sağlamak değil, çağı zorlaması ve çağın önüne geçmesidir.

Eğitimi çağın gerisinde kalan bir toplum çöker. Eğitimi çağla beraber yürüyen bir toplum, çağın düzenine uyum sağlar, yol aldığını zannettikçe yerinde sayar. Eğitimi çağın önünde olan bir toplum ise çağa öncülük yapar, çağı peşinde sürükler.

Cumhuriyet`in ilk yıllarında, günün siyasi koşulları dikkate alınarak eğitim sistemi, çağın önünde gidecek şekilde değil, çağa uyum sağlayacak dizayn edilmiştir. Eğitim sistemi, çağdaş Avrupa ile rekabet eden bir Türkiye değil, onunla uzlaşı içinde bir Türkiye hedefi ile programlanmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığının 2023 Eğitim Vizyonu belgesinin “Eğitimi Vizyonu Felsefesi” bölümünü titizlikle okudum ki bu bölüm, eğitim sisteminin en üst sabitlerinin izah edildiği bölümdür.  

Söz konusu bölümde çağı zorlayan ifadeler var. Belgede çağın tek yanlılığına karşı, insanın çok yönlülüğüne sağlam bir vurgu yapılmış.

Buna rağmen, metin fazlasıyla temkinli, büyük bir yenilik getirmekten uzak, bizim Tanzimat Devri Batılılaşmasının, ters yönde, ürkek metinlerini andırıyor.

Nereden anlaşılıyor?

Malum, metinlerdeki isimler, birer simgedirler, metnin felsefesine götürürler.

Bakanlığın “Eğitim Vizyonu Felsefesi” metninde göndermede bulunulan isimler, Aristoteles, Platon, Nurullah Ataç ve Edip Cansever`dir.

Felsefeci Aristoteles ve Platon, Cumhuriyet`in eğitim devriminin kökleridir.  

Eleştirmen aydın Nurullah Ataç, o devrimin yönetim adına kalem kullanan ve harf harf uygulanmasını sağlayan “aydın yürütücüsü”dür.  

Şair Edip Cansever ise bu devrimin “geçmişin eğitimini almamış kuşaktan” ilk ürünlerindendir. Cansever, Ataç`ın Aristoteles ve Platon`dan yola çıkarak yetiştirmek istediği yeni sanatçı tipidir: Geçmişten kopuk, köklerine yabancı, bohem, bunalımlı.

Belgenin hazırlayıcıları, esasta bir şeyin değişmediğine, Cumhuriyet`in yüzyıl sonra kendi köklerinden ayrılmadığına dair bir mesaj vermek için kendilerini üst perdeden zorlamışlar. Cumhuriyet`in sınır tanımayan devrimciliğine karşı maslahatı en geniş anlamda gözeten ıslahatı tercih etmişler.

Bu, bir yoldur, olabilir. Ama mesele eğitim olunca üzerinde durmak gerekir.

Batı`nın Aristoteles kökleri, Nurullah Ataç aydın tipleri ve Edip Cansever ürünleri çapındaki eğitim sistemi çağın artık çok gerisinde kaldı. Avrupa artık, çağı sürükleyicisi değil; ABD, Çin ve Rusya karşısında çağın gerisinde kalmamak için çırpınan antik bir yapıdır. O antik yapıyı taklit etmeye devam etmek, temkin adına bile olsa endişe vericidir. Açık bir ifadeyle bu kadar temkin, ilerlemeye engeldir.

Öte yandan felsefe vizyonunu, dili bile dinden soyutlayan bir Nurullah Ataç ve modern olmak isterken Batı`nın kâşiflerine değil, köpür altı bohem şairlerine benzeyen Edip Cansever`le açıklayan bir eğitim sistemi, maazallah “hayata yaşama sevinciyle bakan avare ve varlıklı” gençlerden öte bir şey üretir mi?

Bugünün Batı`sı bundan başka bir şey mi?

Sonra hangimiz, çocuğumuzun Edip Cansever`e bakarak Nurullah Ataç`ın kafalara vurulan değnek misali kalemine takılıp Aristo`ya varmasını isteriz?

Bizim modellerimiz, bunlardan çok farklı değil mi? Gitmek istediğimiz yer, 20. Yüzyılın New Helenizm`ine kapılan aydınlarından çok farklı olmalı değil midir?