• DOLAR 32.33
  • EURO 35.095
  • ALTIN 2294.662
  • ...
SON DAKİKA

        Kainatı yoktan var eden yüce Allah, yarattığı kainat için bir düzen koymuştur. Bu düzenin yaşamı için insanı halife kılmıştır. Eğer insan içinde bulunduğu toplumda yönetim talebini kaybederse kendisine verilen hilafet görevini devre dışı bırakmış olur. En kıymetli hakkı olan hayatta yöneticilik görevini başkasına terk etmiş olur. Hakkını kaybeden izzetini de kaybeder. Bugün Ümmetin içine düştüğü durum, bize bunu net bir şekilde göstermektedir. İslam ümmetini, İslam ümmeti yönetmelidir.

Bu hem insani hem de İslami hakkımızdır. Bu önemli insani ve İslami hakkını istemeyi bırakan bir toplumun, onurunu muhafaza etmesi mümkün mü? İndirilen tüm kitaplar ve gönderilen tüm peygamberler, yeryüzünü yüce Allah’ın emirlerini hayata hakim etmek için gönderilmişlerdir. Dünyayı yönetmekle görevli olan İslam milleti, bugün kendi milletinin yönetimini dahi başkasına bırakmıştır. Bu durum hem kitapların içeriğine, hem de peygamberlerin gönderilişine tamamen ters düşmektedir. Birçoğumuz farkında bile değiliz. “لا اله الا الله” ile bizim neyi reddettiğimizi iyi anlamamız gerekir. Tüm peygamberlerin mücadelesinin ortak noktası “اعلاء كلمة الله” dediğimiz ilahi nizamı hakim ve üstün kılmaktır. Bu da beşeri düşünce ve sistemler yerine hak ve adaletin hakim olduğu İslami bir yönetimi mümkün kılmaktır.

Kur’an-insan ilişkisi iman, ilim ve amelden ibarettir; iman esaslarını bildirmek, ilim akışını sağlamak ve hayatın her alanında tatbik edip yaşayan bir din olabilmesi için de ameli sahayı açan bir ilahi idare sistemini kurmak. Bunun sağlanabilmesi için, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir gücün olması şarttır. Binaenaleyh, İslami devlet olmadan bunlar tam manası ile uygulanamaz. Davetin temel ilkesini devlet gücü olmadan tam manası ile icra etmek mümkün olmadığı için dinimiz devleti şart koşar. Din devletsiz, devlet dinsiz olamaz.

Müslüman, dünya hayatında ya beşeri ya da ilahi hükümlere göre yaşamak mecburiyetindedir. Hayata karışmayan bir kitap, hayatı tanzim etmeyen bir din tasavvuru yanlıştır. Bu yanlış din tasavvuru, Kur’an’ın falan ayeti ile çelişiyor demiyorum. Bu tasavvur, Kur’an’ın tüm muhtevasını saf dışı bırakmak anlamına gelir.

Kainatı ve içindekileri ile beraber yüce Allah’ın yarattığına, yaşattığına, rızık verdiğine, ölümden sonra insanın dünyadaki yaşamı ile hesaba çekeceğine inanan bir insan, hayatına başkasının hakim olmasına müsaade eder mi? Eğer müsaade ederse, Allah’a ve topluma karşı sorumluluğunu yerine getiremez. İnsanın kendi nefsine, insanlara ve çevreye karşı da sorumlulukları vardır. Allah’ın c.c. insandan istediği, yükümlülüklerin yerine getirilmesi, huzur ve saadet için de dünya-ahiret, madde-mana, beden-ruh, fert-toplum ve yöneten-yönetilen dengelerinin sağlanması için şeriatı göndermiştir. Şeriatın tatbikatı devlet olmadan uygulanamaz. Dinde nasihat, bu dengeyi kurmak ve korumak içindir. Nasihatle yetinip emretmeyen bir din, dünya hayatına hükmetmek için gelen İlahi kitabın sunduğu dinden bambaşka bir dini tasavvurdur.

Bu mana üzerine Kur’an’da, iman ve ibadet konularında bir takım prensip ve hükümler koyduğu gibi, ahlak, hukuk ve muamelatla ilgili bireysel, ve içtimai hayatı düzenleyici en temel prensip ve hükümleri de emretmiştir. Bu sayılanlarda tecezzi caiz görülmemiştir. Bu manada, diğer dinler açısından dini bir mahiyeti olmayan birçok husus, İslam inancı açısından dinin ta kendisi olduğu bir hakikattir. İşte bunlardan biri de İslam dininde devletin esas oluşudur. Devlet ve devletin yönetimi o kadar önemli ki Resul-i Ekrem(sav) vefat eder etmez, Ashap kendi içinde bir devlet başkanı seçtikten sonra Efendimizi defnettiler. Ümmeti yöneten bir yönetici seçilinceye kadar, Resul-i Ekrem'in defnedilmemesine eleştiri getiren hiçbir İslam alimini bilmiyorum. Toplum yönetimi dinimizin emri ve bize verilmiş bir haktır. Bu hakkımızı bir başkasına asla bırakamayız.