• DOLAR 32.323
  • EURO 35.113
  • ALTIN 2298.801
  • ...
SON DAKİKA

Allah’a ait olan yeryüzünü kimin ve neyle idare edileceği hadisesi dünyanın kuruluşundan kıyamete kadar devam eden en eski bir meseledir. Yeryüzünün yönetim mücadelesi tevhid şirk arasında imtihan gereği hep gidip gelmiştir. Her gelen peygamber, şeytan ve onun düzeni ile mücadele etmiş ve bu manada hiçbir peygamber Tevhidi devralmamıştır.

 Hz. Adem babamızın yeryüzündeki hilafetini çekemeyen şeytan ebeveynlerimizin ayağını kaydırmak için onları yerinden etme hırsının iyi anlaşılması gerekir. Burada iki husus dikkat çekicidir; Birincisi, her peygamberde olduğu gibi Hz. Adem'e de toplum yönetiminin altın tepsi içinde sunulmadığının gösterilmesi bakımından dikkat çekicidir. İkincisi, mücadele edeceği düşmanını tanıması bakımından büyük bir tecrübeyi kazandırmıştır. Çünkü İslami mücadelede dört bilinç noktasının bilinmesi gerekiyor; kendi konumumuzun bilincine varmamız, hedef ve maksadımızın tayin edilmesi, düşmanımızı tanıyıp hilelerini bilmemiz ve siyaseten mücadeledeki taktik bilinç ve azmimizi iyi kontrol etmemiz gerekir. İşte Hz. Adem’e şeytanın musallat olması ile kendi konumunu ve düşmanını tanıma bakımından sıkıntıyı fırsata çevirmede önemli bir nokta.

Tüm peygamberler doğdukları toplumu idare eden tağuti şirk düzenleri ile en zor şartlarda mücadele etmişlerdir. Kimisi babasından, kimi evladından, kimi amcasından kimi eşinden çok sert tepkilerle karşı karşıya kalmışlardır. Hiçbir peygamber kavmi tarafından kendisine toplum yönetimi altın tepsi içinde verilmemiştir. وما يأتيهم من رسول إلا كانوا به يستهزؤن Yasin/30 Bu konuda Kur’an’da onlarca ayet bulunmaktadır. Bütün peygamberlerin beşeri sistemlerle mücadeleleri olmuştur.

Tevhidi açıdan toplum yönetimi ilk ilahi emir olduğu için nübüvvetin ortak hadisesidir. Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz davamdan vazgeçmem diyen son peygamberin bu mesajı tüm peygamberlerin ortak tavrıdır. Hiçbir peygamber bundan vaz geçmemiştir. Bu konuda Müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Ancak ilahi dava hangi yol ve yöntemle olmalı? Bu konuda Müslümanlar birbirinden farklı düşünmektedirler. Aynı yerde olmaları da gerekmiyor. Farklı yollarla mücadele etmenin Tevhidi açıdan bir sıkıntı oluşturmayacağı kanaatindeyim. Çünkü insan akıl ve fikir sahibidir. Aynı olayı insanların farklı değerlendirmeleri mümkündür ve bu şeriatımızla da çelişmemektedir. Farklı yol ve yöntemler çok tabiidir. Kötü olan, farklı yollardan gitmek değil, kendine bir yol çizerken başkasının yolunu kesmektir. Yürüdüğü yolun hak olduğunu söylemek her hak sahibinin en tabii hakkıdır. Girdiği yoldan farklı bir yol takip edenlerin yolunu kesmek manasına gelen, kendisi gibi düşünmeyeni tekfir etmek tevhidi açıdan çok çirkin, yıpratıcı ve düşmanın işini kolaylaştırdığı gibi, insan fıtratına da aykırıdır. İhtilaf etmek caiz ama muhalefet etmek çirkindir. Yanlış olan budur.

Kur’an ve sünnet bütünlüğüne baktığımızda; tüm peygamberlerin biri akide diğeri hukuk(şeriat) olmak üzere iki temel görevleri vardır. İçtimai değerler bakımından Şeriatları birbirinden farklı olmuştur. Ama tevhidi inanç değerler sistematiğinde hiçbir peygamber diğerinden asla farklı değildir. Kaldı ki tüm peygamberleri temsilen yirmi küsur Nebinin hayat hikayesi Kur’an’da zikredilmektedir. Yani tüm peygamberlerin hayatı böyledir denilmektedir. Her peygamber teşkilat olarak tevhidi referans alarak tağuti sistemde tağuta karşı mücadelelerini sürdürmüştür. Bugün de Müslümanların, İslam’ı referans alarak herhangi bir parti çatısı altında tevhidi mücadelelerini vermelerinin Kur’an’a uygun olduğu kanaatindeyim. İşte Hz. Yusuf, Firavun sistemi içinde bir peygamber olarak ondan bakanlık istemiştir. Kimse kendisinden şüphe etmesin diye de şöyle buyurmuştur; “De ki, işte bu benim yolumdur. Ben ne yaptığımı bilerek Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana tabi olanlar (bu yaptıklarımızla) Allah’ı ortaklardan tenzih ederiz. (bu yaptıklarımla) Müşriklerden de değilim.” Yusuf/108. Yüce Allah bu haliyle Hz. Yusuf kıssasını en güzel kıssa Yusuf/3. olarak takdim eder.

Hz. Yusuf’a peygamberlik verilmeden önce tağuti sistemden herhangi bir görev istediğini bilmiyoruz. İftira sonucu cezaevine girip çıktıktan sonra hazine/maliye bakanlığını zamanın en büyük evrensel zalim/tağut’dan talep etmektedir. Bir şey daha talep eder;  Firavun zindandan çıkması için haber gönderince o davasını bir üst mahkeme/anayasa/yargıtaya temyize gönderme talebinde bulunuyor. Bu taleplerin tümü tağuti sistemin mahkemelerine başvurduğunda bir peygamber olarak yapıyor. İçinde bu teklifleri bulunduran kıssa en güzel kısa olarak rabbimiz tarafından bize sunulmaktadır. Hz. Yusuf’un görev talep ederek tağuti sistemin hazinesini muhafaza eden ve bilgi sahibi olduğunu seçime gitmeden, kendisine teklif bile gelmeden istemesi gösteriyor ki bu isteme talebinin Allah’ın izniyle/sevk etmesiyle olduğu net bir şekilde anlaşılmış oluyor.

Yüce Allah tarafından tağuti bir sistemde olsa dahi toplum yönetimine bir peygamberin talip olmasındaki ehemmiyetini bugün ümmetin iyi anladığı kanaatinde değilim. Açıktan Allah (c.c.)’ın emri bulunsaydı herkese farz olurdu. Müsaade edilmiş gibi göründüğünden en az caizdir diyebiliyoruz. Tevhidi referans göstererek tağuti sistem içinde talip oldukları şey sistemin yasaları değil, mümin kişinin o günün meclisinde hakkı hakim edip savunma yetkisidir. Bir daha söylüyorum. Tağuti sistem için çalışmakla, tağuti sistem içinde çalışmak ayrı şeylerdir.