• DOLAR 34.66
  • EURO 36.375
  • ALTIN 2930.18
  • ...

Yaşadığımız coğrafya üzerinde, gelip geçen ancak izleri asla silinmeyecek zaman dilimleri vardır birçok insan için. Çocukluk ve okul kelimeleri bir araya gelince aklınıza neler geliyor diye sorulsa bu insanlara, öyle inanıyoruz ki, bazen ağlatan bazen güldüren nice olaylar ve hatıralar dinleriz. Her biri ibretlik ve inanılması güç olaylar. Bilhassa ‘etkinlik' günlerine dair.

Çok değil bundan sadece dört beş yıl önce bile, ‘vay be neler yaşanmış neler bu ülkede' deyip, hayıflanarak dinlediğimiz anılar vardı. Hatta her bir fert, artık bu yaşanmışlıkların bir daha tekrarlanmayacağı konusunda neredeyse emindi.

Öyle ya, ortak ülke aklının ergenlikten çıktığına ve kâmil bir aklıselim seviyesine geldiğine inanmıştı çoğumuz.

Tevhid bilincimizi yelkenler fora modundan, yelkenler suya moduna düşürdük bu nedenle.

Hatta çoğumuz, rehavete kapıldık- sefahate düştük böylece...

Oysa bazen hatırlamayı ve hatırlatmayı bir klişe saysakta, tarih tekerrürden ibarettir!

Toplumlar tevhidden uzaklaştıkça, şirkten beslenmeye başlarlar. Şirk düşüncelerde büyür, hislerle yerini sağlamlaştırır, sözlerle ifade edilir ve nihayetinde eylemlerle somutlaştırılır.

Daha özet bir ifadeyle ifade edersek, şirk eğer somut bir eyleme dönüşmüş ise, artık bu olgunlaşan(!) bir sürecin sonucudur.

Tıpkı geçen gün, bir anma ve yas(!) günü etkinliğinde, küçük yavrulara yaptırılan secde örneğindeki gibi.

Çoğumuzda şaşkınlık ve öfke uyandıran bu görüntülere olan tepkimiz ve hassasiyetimizin nedeni,  Allah Azze ve Celle dışında başka bir varlığa, masum yavruların secde pozisyonunda boyun eğdirilmesiydi hiç kuşkusuz.

Ancak insaflı bir şekilde düşünelim, bu sonuca getiren süreci. Ülkemizdeki eğitim sisteminin çarpıklığı ortada. Tevhid bilincini zedeleyecek o kadar çok argümana sahip ki müfredat ‘Tevhidi tedrisat kanunu'  halâ meyvelerini veriyor. ‘Tevhid' namına, ilk kelimede geçen ‘Tevhid' kelimesinin eş ses uyumundan başka bir şey yok!

Tevhidden uzak şekilde yetişen bir öğretmen, elbette ki bir şirk hiyerarşisi içinde kendine düşen görevi icra eder. Elinden geçen yavruları da, tapınma etkinliğine dönen bir etkinlikte, geçmişte şirk mabetlerinde kurban edilen kurbanlar gibi, kurban etmekten çekinmez.

Ayrıca bu şahit olduklarımız sadece, ‘ tapınmanın etkinlik hali...’

Bunun dışında ciddi bir şirk sarmalı içindeyiz hiç kuşkumuz olmasın. Hz. İbrahim misali, muvahhid bir nesil yetiştirmenin derdine düşmeli ve yollarını aramalıyız ivedilikle.

Hz. İbrâhim şöyle dua etmişti: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut!‘’ (İbrahim- 34)

Hâl böyle iken menfaat icabı, putlaştırılan ve yaratıcı yerine konmaya çalışılan çok şey var. Toplum olarak çoğu kez fark etmiyoruz ne yazık ki...

İbrahimi bir baltaya, sap olamıyoruz ne yazık ki!

Ortaya karışık söylemler ve eylemler diyarında yaşıyoruz. Bir büyükşehir belediyesi başkanının eşi kalkıp, insan denen varlığı, kadının yarattığını gayet bariz bir şekilde vurguluyor mesela. Belki ‘kadını’ putlaştırırım da, ilerde nemalanırım düşüncesiyle. Yavaş yavaş sistematik bir şekilde yaratma eylemini bir kula atfediyor han- fendi, cüretkârca...

Bir öğretmen, tertemiz fıtratlara şirk tohumunu ekip, Allah'tan gayrısına secde ettiriyor.

Kulağın duyduğuna, gözün gördüğüne gönül alışır iyi biliyorlar.

Şirke dair her şey normalleştirilip/ kanıksattırılıyor.

Bizim bilemediğimiz/öğretemediğimiz, görüp/gösteremediğimiz onca hakikate inat...

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz

İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler

Bunu bana öğretmediniz

Kardeşim İbrahim bana mermer putları

Nasıl devireceğimi öğretmişti

Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

nasıl sileceğimi öğretmediniz... (Sezai Karakoç)