• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Her gün yeni ölüm haberleri izliyoruz. Bir yandan Suriye`de patlayan varil bombaları altında kalan insanların, özellikle de çocukların o içler acısı ölümlerini; diğer yandan Çin, Fransız, Hıristiyan, Budist ve israillilerin zulümlerine maruz kalan ümmetin diğer evlatlarının ölümlerini, yoksulluk, göç ve işkencelere maruz kalışlarını… Yeryüzünün tüm zenginliklerinin tek sahibi olarak kendilerini gören, İslam ümmetini sömüren uluslararası alçakların ve onlarla işbirliği yapan firavunların katliamlarını… Artık sadece bir veya birkaç ülkeyle sınırlı kalmayan bu katliamlar karşısındaki halimiz-tavrımız da ümmet olarak değişti. Sadece üzülüp ağlamaklı bir halle yeni katliamları sessizce izliyoruz.

Yoksa haberlerini çokça aldığımız ölüme mi alıştık? Biz aslında ölüme alışmadık, alışamadık. Çünkü ölümün bir gün bize de uğrayacağını düşündüğümüzdeki korku halen yüreğimizde saklı duruyor. Biz sadece ölümün bize değil, Ümmetin diğer evlatlarına uğrayacak olmasına alıştık. Katliamların, göçlerin, yoksullukların görmediğimiz, tanımadığımız Müslüman kardeşlerimize uğramasına alıştık.   

Rabbimizin bizden istediği bu değildir. Tarihte akan her kan, ya bir dirilişin ya da bir zaferin habercisi olmuştur. Ardından mutlaka bir netice getirmiştir. Ya fethe sebep olmuştur, ya da kurtuluşa.  Ama şimdi akan kanlar oluk oluk olsa da neticeye ulaşılamıyor. Çünkü Allah`ın bizi istediği pozisyona ümmet olarak bir türlü gelemiyoruz. Müslüman kardeşlerimizi hangi camiadan olursa olsun ümmet olarak görmüyoruz ve birbirimizi yiyip duruyoruz.

Yanı başımızda Suriyeli muhacir kardeşlerimiz, eski bezleri dikerek yaptıkları derme çatma çadırlarda içler acısı bir hayat yaşıyorlar. İnsanları onlara yardıma teşvik ettiğimizde o an etkisinde kalıp ucundan kıyısından bir şeyleri bir araya getirip topluyorlar. Onların yoksullukları, o buz gibi çadırın içinde verdikleri yaşam mücadelesi artık insanımıza normal geliyor. Geçenlerde yakınımızdaki çadırları gezmek ve onların acıklı hallerini daha yakından görmek istedim. Çadırın içi bir evin lavabosundan daha beterdi.  O çocukların halleri içler acısıydı. Her aile yanına ölenlerin yetimlerini de alıp gelmişti. O başı okşanmaya, annesinin ve babasının kucağında şımartılmaya hasret olan yetimlerin ayaklarında bu soğuklarda ne bir çorap, ne de ayakkabı vardı. Elleri soğuktan ve su bulamamaktan dolayı pislikten kertenkelenin derisine dönmüştü. Onların yerine kendi evlatlarımı katınca birden büyük bir acı düğümleniverdi boğazıma. O yavruların hissesine de yetimlik, muhacirlik, yoksulluk ve açlık düşmüştü.  Bize de duyarsızlık…

İnsanlarımız “Suriyeli” kelimesini duyunca acımak yerine nefret ediyor. “Dileniyorlarmış, aç gözlülermiş, kuma olarak gelip başkalarının yuvasını yıkıyorlarmış.” Seyyid Kutup, “İslam`da Sosyal Adalet” adlı eserinde aç olan insanın halini şöyle tarif ediyor:

“Esas itibarıyla kişi, asaletini ve değerini yitiren şeylerden şuurlu bir şekilde kurtulabilir. Ancak kişi ihtiyaç sahibi ise ve bu kendisini bir lokmaya muhtaç haline getirmişse aşağılanır, küçülür. Zira ihtiyaç kadar insan kişiliğini kaybettiren başka bir şey yoktur. Kaldı ki aç olan mide, yüce kavramların ne olduğunu anlamaz. Hatta kişi bazen dilenmek zorunda kalabilir ve bu hal onun asaletini alıp götürür.”

Biz ise perişan olan bu insanlardan onurlu davranmalarını bekliyoruz ve merhametimizi bile şartlara bağlıyoruz.

Ümmetin acılarını yeterince sahiplenmemize engel olan en büyük hastalıklarımız rahata düşkünlük, afiyetle süren yaşamımızda en ufak bir aksiliğin, sıkıntının bize uğramasının korkusu ve “bana değmeyen yılan bin yaşasın” duyarsızlığıdır. Hayatımız bu mantıkla çerçevelemiş. Oysaki Rabbimiz bizden “ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar” inancıyla hareket etmemizi istiyor.

Mevlana Hazretleri, “Şems, bana bir şey öğretti: Yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa ısınma hakkına sahip değilsin. Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen müminler var, artık ben ısınamıyorum. Eskiden açken bir çorba içince doyardım. Ama şimdi hiçbir şey bana bir besin hazzı vermiyor. Çünkü biliyorum ki açlar var. İşte Şems bana bunu öğretti” diyor. Rabbimiz bizi bu bilince sahip olanlardan eylesin.

Bugün üşüyen, aç kalan, türlü eziyetlerle zulüm gören, bomba sesleri içinde korku ve endişe ile bekleyen kardeşlerimizin imtihanları bunlarken bizler de rahatımız ve Allah namına yapmakla yükümlü olduğumuz sorumluluklarımızla imtihandayız. İmtihanlarımız ağırlaşmadan mazluma sahip çıkmak, zalimin karşısında olmak ve zulmü ortadan kaldırmak için bir güneş gibi doğan HÜDA PAR`ın ışığını her bir tarafa taşımalı, bu uğurda tüm imkânları seferber etmeliyiz. HÜDA PAR güçlendikçe izleyeceği dış politikayla Ümmeti bu hale getiren zalimlerin karşısında olacak, Ümmetin sorunlarına ilaç olacak inşallah.