İstanbul Sözleşmesiyle kökü kazınmak istenen
İstanbul Sözleşmesinin 12/1 maddesinde şöyle geçiyor:
“Taraflar kadınların daha aşağı olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır”
Bu maddeyle aslında kökünün kazınması istenen dindir. Bunu açıkça ifade etmeyen sözleşmede töre ve gelenek öne çıkartılıyor. Fakat cümlenin devamında “ve diğer uygulamalar” denilerek adını dile getirmeden dine işaret ediyor. Çünkü dinin cinsiyet hakkında kesin yargıları var. Üstelik gelenekleri dinden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değil. Gelenek kuşaktan kuşağa aktarılan, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışların bütünüdür. Bu bütünün üzerinde en belirleyici etken ise yine dindir. Modernizm’in etkisiyle geleneksel değerlerimiz her ne kadar aşınsa da tam olarak ortadan kaldırılabilmiş değildir. Bu değerlerin en büyük yaşatıcısı dindar insanlar olmuştur. Onun için memleketimizde İstanbul Sözleşmesinin hedefine tam olarak ulaşmasının önünde en büyük engel İslam dinidir.
Sözleşmenin 12/1 maddesi kadın olarak dünyaya gelen insanın kadınsı, erkek olarak dünyaya gelen insanın da kendi cinsiyet özelliğini taşımasını kabul etmiyor. İddiaya göre kişiye din, gelenek, kültür gibi etkenler zorla, baskıyla tabiatında olmayan rolleri dayatıyor. Kişinin kendisine dayatılan rollerden kurtulması ve yeniden seçim yapması gerektiği iddia ediliyor. Aslında sinsi bir şekilde cinsi sapkınlığa yönlendirme/teşvik yapılıyor. Onun için bu sözleşme öncelikle devlete; dinin, geleneklerin kökünü kazımak ve toplum üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak görevi veriyor. Ancak bu şekilde kadınlık ve erkeklik rolleri ortadan kalkacak, yerine kendisini her türlü cinsel sapmayla tanımlayan cinsiyetler ortaya çıkartılabilecek. Bütün dinler insanlık neslinin bir kadın ve erkekten başladığını kabul eder. Eşcinselliği yasaklar. Yüce İslam dinine göre insanın yalnızca iki cinsi vardır. Birisi kadın, diğeri de erkektir. Üçüncü bir cinsiyet yoktur.
“Ey insanlar biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” (Hucurat:13)
Yine sözleşmenin 12/1 maddesinde devletlere bir ödev daha veriliyor. Kendi Ülkelerinde “kadın ve erkeğin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olmak!” İnsanlık tarihi boyunca sorun olmamış olan davranış kalıpları bu anlaşmaya göre sorun olarak kabul ediliyor. Feministlerin, cinsi sapkınların ve onların siyasi temsilcilerinin devamlı yaygara çıkartmasının, hükümete baskı yapmasının nedeni bu maddeyle belirginleşiyor. Devlete tüm kurumlarıyla birlikte cinsi sapkınlığın yayılmasında, meşrulaşmasında seferber olma zorunluluğu yükleniyor. Yani aslında Milli Eğitim Bakanlığının iki yıl boyunca pilot okullarda uyguladığı ETCEP’in iptal etmesi aslında anlaşmaya aykırı. Çünkü İstanbul Sözleşmesine göre Eğitim politikaları, metaryalleri, görselleri, kitapları hep TCE’ne göre hazırlanmalıdır. Kadın ve erkeği ifade eden her şeyden arındırılmış, cinsiyet rollerinden soyutlanmış, hangi cinse ait olduğu belli olmayan bireylerin olduğu resimlere yer verilmeli. İçerik, kadınla erkeği birbirinden ayıramayacak şekilde hazırlanmalı. Yani insanlar cinsi sapkınlığa açıkça teşvik edilmeli. Yani mesele sadece sapkınların toplum tarafından dışlanmasını önlemek değil, onlara bir değer, bir statü kazandırmak. İslam’ın kökünü kazımayı başaramadıkça Allah’ın izniyle bu ülkede bunu başaramayacaklardır.
Şimdi sormak lazım şiddet, iddia edildiği gibi TCE ile mi önlenecek? İnsanlar sapkınlaşınca, cinsiyet değiştirince sorun çözülecek mi? Bu soruların cevabını öğrenmek için TCE’ni etkin uygulayan Finlandiya, İzlanda, İsveç, Norveç, Danimarka gibi Ülkelerde patlayan kadına şiddet raporlarına bakmak yeterli olacaktır.