• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.86
  • ...

                  Bu günlerde Türkiye dış siyasetle ilgili hızlı çıkışlarını görüyoruz. Rusya ve Ukrayna arasında ara bulucu olma rolüne bürünmesi ve bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ve BM Genel Sekreteri Guterres’in Ukrayna’da ağırlanması… Suriye’de Muhaliflerin ve Rejimin anlaşması gerektiği ve bu konudaki Şam ve Ankara’nın temasları konuşuluyor… Diğer taraftan İsrail’le karşılıklı “büyükelçi atama” kararı ve ilişkilerin yeniden başlatılması gibi hamleler, bu ne hız ve ne telaş dedirtti.

                Türkiye’nin gerek Rusya ve Ukrayna’yla ilgili, gerekse Suriye’deki Muhalifler ve Rejim arasındaki arabuluculuk rolü takdir edilir. Niyet ne olursa olsun “devletlerarası savaşı bitirme girişimleri” desteklenmelidir. Ancak İsrail’le normalleşme açıklamaları ve karşılıklı büyükelçi atamaları bir hezeyan olarak görülüyor. Ve tevillerle bunun altında iyi bir niyet aramak da doğru değildir. Zaten son iki yıldır Türkiye’nin, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi! ve giderek yükselen görüşme trafiği dikkat çekiyordu. Neticede bu ilişkilerini “karşılıklı büyükelçi atama kararıyla” resmileştirdiler. İsrail’in İslam âlemi için bir kanser olduğu ve son saldırılarda Filistinlilerin kanları henüz kurumamışken böyle bir girişim Türkiye’nin hayrına değildir. Hele hükümetin hayrına hiç değildir. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bugünlere taşıyan en büyük etkenlerden biri, İsrail’e karşı sergilediği tutumdu. Bu duruşuyla halktan büyük destek alıyordu.

Peki, bu desteğin arka planı neydi? Nasıl bir tavır sergilenmişti?  İsrail’e karşı neler yaşanmıştı? Aslında neler yaşandığını tüm halkımız hatırlıyor. Fakat birkaç tane hadiseyi hatırlatalım:

Hafızamızı yokladığımızda; 2008’de Mavi Marmara’yla başlayan gerginlik 9 vatandaşımızın şehit edilmesiyle kılıçlar çekilmişti. 2009’da Erdoğan’ın en büyük çıkışlarından olan Davosta  “One Minute”  olayı ortalığı tam germişti. Yine 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan “İsrail bir terör örgütüdür ve soykırım yapmaktadır. Soykırımı lanetliyorum” diyordu. 2021’de Kudüs saldırıya uğrarken yine Erdoğan, “İsrail gücünün sadece çocuklara ve masumlara yettiğini, İsrail bir terör devletidir” açıklamalarını yapıyordu.

Buna benzer onlarca açıklama örnek verilebilir. Peki, “terör” devleti ne zaman “ittifak” devleti olmuş da onlarla normalleşme adımları atılıyor? Bazıları bu adımların seçim yatırımı olduğunu söyleyebilir.  Özellikle Suriye ve Doğu Akdeniz’de elini güçlendirmek için ve güven telkin etmek adına bütünleşik bir biçimde böyle adımların atılması olarak değerlendirilebilir. Evet, Suriye’yle ilgili, ya da Ukrayna-Rusya pozisyonuyla ilgili savaşın bitmesinde arabulucu olmak halkın desteğini artıracaktır. Fakat İsrail’le olan sözde normalleşme adımları hassasiyet sahibi tüm Müslümanların kalbini incitmiş ve destek hesapları yapan hükümetin kendi ayağına sıktığını söyleyebiliriz.

Sonuç olarak; İsrail’le normalleşecek son ülke Türkiye olması bekleniyordu. Hatta geçtiğimiz Mayıs ayında Irak Meclisinin çıkardığı, “İsrail ile ilişki kuracak kişi ve kurumlar için idam cezasıyla yargılanacak” kararı gibi bir karar bekleniyordu. Bu beklenti sadece Türkiye halkı için değil, Ortadoğu Müslümanlarının da beklentisiydi. Bu beklentiyi sağlamayanlar yenilgiyi kabul etmiş ve ilerde çok pişman olacaklardır.