Artık karar vermeliyiz…
Biz neden bu hale geldik diye dövünüp duruyoruz. İmkânlar ve şartlar, eskisiyle mukayese edilemeyecek kadar iyi ve güzel, ancak elde edilen ürünün maalesef geneli çürük.
Dün karneler günüydü, hakkıyla başarı elde eden öğrencileri tebrik ediyorum. Daha güzel günler onların olsun diliyorum.
Görülen eğitim sonuçları üzerinden değerlendirildiğinde öğrencilerin karneleri iyi olabilir, ancak öğretilen veya dayatılan hayat bilgisi dışında gerçek yaşam serüvenimizin öyle pek de iyi olduğu söylenemez.
Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise’de 18 milyondan fazla, Üniversitelerde 8 milyondan fazla öğrenci var. Üniversiteler hariç diğer okullarda 1 milyon 100 binden fazla öğretmen durmadan ‘vatana, millete hizmet edecek bireyler yetiştirmek’ için ders veriyor. Fakat mevcut hal ve vaziyetimiz, ilerisi için endişelerimizi arttırıyor.
Geçen yıla göre akademisyenlerin de sayısı artmış. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) verilerine göre Türkiye'de geçen yıl 179 bin 685 olan akademisyen sayısı bu yıl 184 bin 702 oldu. Akademisyenlerin 32 bin 185'i profesör, 20 bin 144'ü doçent, 41 bin 484'ü doktor öğretim üyesi, 38 bin 392'si öğretim görevlisi, 52 bin 497'si araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Akademisyenlerin yüzde 54,2'si erkek, yüzde 45,8'i ise kadınlardan oluşuyor.
Halkın milli ve manevi değerlerini ayakta tutmada onlardan medet umulan ilahiyatların sayısı da arttıkça arttı, ancak orada da maalesef kalite düştü. 2007’de ilahiyata giren öğrenci sayısı 999 iken, 2008’de 2891’e, 2009’da 6252’ye, 2010’da 7092’ye, 2011’de 8598’e, 2012’de 13603’e, 2013’te 17455’e, 2016’da 21318’e, 2018’de de 33202’ye çıkmıştır. İlâhiyat fakültelerindeki öğrenci sayısı 11 yıl içinde 33 (otuz üç) kat artmıştır. 2022’de varılan sayı beklenenin çok üstünde olmuştur. Ancak maalesef elde edilen bu imkânlar karşısında kaybedilen değerlerin haddi hesabı yoktur.
Başörtüsü yasağı zorbalığından okul bırakmayı dahi göze alan bir anlayıştan, bugün başındaki örtüyle karma kalabalığın içerisinde olmadık rezaletleri sergileyen bir kafa yapısına doğru maalesef hızla ilerliyoruz. Bu kadar mücadelenin kârı kafada zor/emanet duran bir örtü ise, mücadele kaybedilmiş demektir. Öyle ya, asıl hezimet düşmana benzemek değil midir?!
Düşünün Allah aşkına, imam hatip okulunda ders veren öğretmen namaz kılmaz, başörtüsü takmaz, dahası ateist yani Allah tanımaz, kitap bilmez bir eğitmense sizin oradan çıkacak namazlı/niyazlı, inançlı, manevi değerlere saygılı bir nesil beklentisi içerisinde olmanız ne kadar gerçekçi olur?
Tüm bu imkânların olmasına kimsenin itirazı yok, itirazımız nitelik ile ilgilidir. Yabanilerden ithal kafanın ortaya koyduğu müfredatla milli ve yerli hassasiyeti olan bir neslin oluşmasını beklemek safdilliktir diyoruz.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de lağvedilmiş veya edilmemiş -fark etmez- sözleşmelerin etkisiyle hala her gün bir okul veya üniversitede zehirli fikirlerin zerk edildiğini düşünün. Buna göre sağlıklı bir nesil beklentisi içerisine girmek hayalden ibaret olsa gerek.
İmam hatipli bireylere, dini hassasiyeti bilmez, yarı üryan kadınları ‘evlilik dersi’ versin diye gönderseniz, sizin kafanızda sakatlık var demektir. Buna göre sağlıklı bir neslin peyda olması düşünülebilir mi?!
HÜDA PAR Genel Başkanı Sayın Zekeriya Yapıcıoğlu’nun eğitim ile ilgili tespit ve uyarıları önemliydi. Yapıcıoğlu: “Batı’yı taklit ettik ama Batı'nın çocuklarına verdiği eğitimi de veremedik. Kendi örfümüze, tarihimize, kültürümüze ve inancımıza uygun eğitim sistemi oluşturmak zorundayız, oluşturmazsak gelecek karanlıkta” dedi.
Mesele eğitim olunca bir anda Ashab-ı Suffa’yı hatırladım. Ashab-ı Suffa, Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhi afdelusselat ve ekmelusselam tarafından Mescid-i Nebevi'nin duvarına bitişik olarak kurulmuş olan ve "suffa" adı verilen gölgelikte yaşayan; genellikle genç, bekâr, muhacir ve yoksul insanlardı.
Bu insanlar Medine'de ailesi olmayan; ticaret, sanat, ziraat ve başka bir mesleği olmayan, İslam'ı öğrenmeye çalışan insanlardı. Vakitlerini büyük öğretmen Peygamber Efendimiz çevresinde geçirir ve ondan öğrendikleri ayetleri ezberlerlerdi. Kur'an-Kerim ve Sünnet-i Seniyye öğrencileriydiler. İşin önemli yönü de bir yere İslam'ı öğretmek için öğretmen gönderileceği zaman onların arasından seçilirlerdi.
Kıt maddi olanaklarla eğitim alan bu sahabeler dünyaya din, ahlak ve ulvi değerleri ulaştırdılar. Gittikleri yere huzur ve barış götürdüler. Şehirleri silm ve selametle doldurdular. Huzura, barışa ve iyiliğe düşman olanlara karşı Müslüman nesilleri cihad ruhuyla kuşattılar. Sabırlı 20 erin düşmandan 200 kişiyi, sabırlı 100 erin de düşmandan 1000 kişiyi hezimete uğratacağını öğrettiler. Çünkü düşmanın fakih olmaktan yani bilip anlamak ve aklını kullanmaktan yoksun olduğunu öğrettiler.
Bilenle bilmeyenin bir olmadığını anlayarak nesillere Kur’an ilmini, gerçek hayat bilgisini aktardılar. Onların öğretileriyle insanlık iyiliğe koştu, kıtalar fetihlerle doldu.
İşte bu noktada bizim karar vermemiz gerekiyor; Suffa’dan ilhamla günümüz imkânlarından da yararlanarak kendimize ait bir ilim ve eğitim sistemi mi, yoksa ruhsuz batının bize dayattığı ahlaktan yoksun hız ve haz yüklü bir müfredat modeli mi?! Artık karar vermemiz lazım. Yarınımız ona göre şekillenecek!
Kalın selametle…