İdlib`te de mi ölümlü çözüm?
İslam dünyasının içine sürüklendiği durum içler acısı. Her tarafta tartışmalı alanlar… Ve bu alanların paylaşımında hakem tayin edilenlerin hepsi yabani… Yani bizden değil… Yani ecnebi… Yani düşman…
Bazen öyle denklemlerle karşı karşıya kalınıyor ki, işin içinden çıkılması mümkün olmuyor. Dost ve düşman görünenlerin bu davranışları, yer parçacıklarına ve kısacık zamanlara göre değişiklik arz edebiliyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Suudi mevkidaşı el`Cübeyir`le 29 Ağustos`ta yaptıkları basın açıklamasında İdlib`e değindi; silahlı muhalefeti ‘iltihaplı bir çıban`a benzeterek ‘imha` edilmesi gerektiğini belirtti. Konuyla ilgili olarak ABD ile de temas halinde olduklarını söyledi. Bu arada Suriye savaşının başlangıcında ve ilk yıllarında Suudi`nin muhalefete hararetli desteğini de unutmayın tabi.
29 Ağustos`tan bir gün sonra yani 30 Ağustos`ta da Türkiye, İdlib`te silahlı muhalefet, Heyet-i Tahrir`üş Şam`ı(HTŞ), ‘terör listesi güncellemesiyle` ‘kara liste`ye aldı. Beş gün sonra yani 4 Eylül`de Rus uçakları, 5 Eylül`de de Esad güçleri İdlib`i bombaladı. Bütün bunların hepsi Tahran zirvesine hazırlık şeklinde yorumlanabilir. Bir zirvenin hazırlığı bile kimini canından ederken kimini mutlu edebiliyor. Mutlu olanlar, her zaman onu hak edenler olmuyor, o başka.
Çünkü dost veya müttefik diye bellenenler, kendi canlarının istediklerini ‘terörist` veya ‘değil` diye belirleyebiliyorlar. Maalesef İslam ülkelerine de onlara göre tavır belirlemek düşüyor. Örneğin Türkiye`nin yıllardır şikayet edip durduğu PKK veya YPG`yi Rusya ‘terör listesi`nde görmezken, ABD ‘müttefik` diye görüyor.
Dost ve düşmanların çıkarlarına göre tavır alırken veya almak durumunda kalırken, halen kan ağlayan coğrafyamız Irak, Yemen, Afganistan ve Suriye de kendimize ait çözümler ve dostluklar bekliyor...
Bir önceki hafta Yemen`de, bu hafta içinde de Irak, Afganistan ve Suriye`nin İdlib ile Hama kentinde saldırılar, yine Müslümanların gündemindeydi.
Ocak 2011`den bu yana devam eden Suriye savaşında büyük yıkımlar yaşandı. Savaş veya siyasi çözümü savunan herkesin şimdilik gözü-kulağı İdlib`e yönelik salı gününden bu yana başlatılan saldırılarda…
Rusya`nın ilk hava saldırıları ardından Esad güçleri de top atışları saldırılarına başladı. Her zaman olduğu gibi yine çocuklar dâhil olmak üzere can kayıpları vardı…
Saldırıların, çatışmasızlık bölgeleriyle ilgili Astana aktörlerinden biri olan Rusya tarafından yine bir çatışmasızlık bölgesi olan İdlib`e yönelik yapılıyor olması, bölgede 12 gözlem noktası bulunduran diğer aktör Türkiye`ye açık bir ‘karşıtlık` ve ‘tanımazlık` olarak değerlendiriliyor.
Tahran zirvesinde sivillerin zarar görmemesi ortak görüş olarak ortaya çıktı, ancak bunun ne kadar karşılık bulacağı müphem... Türkiye`nin ısrarla bildirgeye ‘ateşkes` ibaresinin eklenmesi talebine Putin`den ‘karşı saldırılar var` yaklaşımıyla olumlu cevap verilmedi. Bu da saldırıların devam edeceğini gösteriyor. Zirveden, Sn. Erdoğan`ın talebiyle tüm silahlı guruplara silah bırakmaları ve siyasi çözüme katılmaları çağrısı da yapıldı.
İdlib`te muhalif 90 bin civarı silahlı güçten söz edilirken(belki de bu abartılı sayı saldırıların meşrulaştırılması için veriliyor), olası yoğun saldırıların, büyük can kayıpları ve Türkiye`ye yönelik yeni bir göç sefaletine kaynaklık edebileceğinden endişe ediliyor.
Durum gerçekten ilginç değil mi? Astana aktörleri İdlib`te savaşmaya hazırlanırken, düşman belledikleri ABD onları ‘yapmayın, ederseniz, sonuçlarına katlanırsınız` şeklindeki salvolarla seyre dalacak… Buradaki şeytanlık da belli zaten… Astana inisiyatifinin işlemediği bir ortam, tabi ki ABD`yi sevindirecektir.
Bari komşu ve yakın olanların birbirlerine karşı bütün stratejik adımları çıkar endeksli değil, insanî perspektifli olsa; o zaman insanlıktan nasibini almamışların dumura uğramaktan başka şansları olmayacak, onların katliam yapmalarının kolay olmadığı tez anlaşılacak, onların çözümlerine ihtiyacın olmadığı görülecektir. Yeter ki insanlarına değer vermeyi bilsinler, öldürerek değil ihya ederek çözüm bulabileceklerine kani olsunlar...
San`a`da, Bağdat`ta, Hama`da, Halep`te akıtılan kanın rengi birdir; dökülen gözyaşların, semaya yükselen feryatların birbirinden hiçbir farkı yoktur. Buralarda uygulanan ‘ölümlü çözüm` maalesef şimdi de bir kez daha İdlib`te uygulamaya konuluyor.
Kimyasal silahlarla saldıracak kadar vahşileşmenin boyut aldığı bu coğrafyada, zillet boyunduruğuna duçar olmaktan başka nasıl bir hal olabilir ki?!
Suriye savaşında ‘eli boş çıkanlar` veya ‘hezimet yaşayanlar` olduğu/olacağı gibi, zaferini ilan edenler de çıkabilir; ancak şu bir gerçektir ki; olup bitenlerden Ümmet kan ağladı, insanlık sınıfta kaldı, dünyanın eline kan bulandı…
Selam ve dua ile…