Bu gidiş nereye?
Muhteşem bir yaratılış, kusursuz bir işleyiş ve mükemmel bir teslimiyet…
Her şey tanımlanamayan bir şey için var edilmiş; ancak diğer her şeyden ayrı olarak bu tanımlanamayan şeye bir irade dolayısıyla seçme hakkı verilmişti…
İsterse iyi isterse kötüyü tercih edebilecekti.
Bu tanımlanamayan şey her türlü duyguyla yaratılmış; ancak bu duygularını dizginlemesi için kendisine hayatı boyunca lazım olacak “Rehberler” (vahiy ve Peygamber) de verilmişti.
Kendisine verilen kılavuza, rehberlere uymak yerine kendi duygularına yönelen bir kısım tanımlanamayan şeyin başkasının yaşam alanına müdahalesi neticesinde, “tanımlanamayan şeyler” arasında sınıfsal farklılıklar oluşmaya başlamıştı.
Kimi “efendi” ve önemli olurken, kimi de “köle” ve önemsiz olmaya başlamıştı.
Bunun sonucunda efendiler doyumsuz duygularını doyurmaya çalışırken, diğerleri aç olan karnını doyurmaya çalışıyordu.
Hayatı çorak ve ehemmiyetsiz olanların efendi sınıfına karşı bir nefreti ve bilinçaltında gizli bir hayranlığı oluşmuştu.
Bu durum beraberinde kişinin hiçliğinden kurtulmak ve kendini önemli ve özel hissedebileceği her türlü şeye açık hale getiriyordu.
Nitekim zaman içerisinde adına “kitle” dedikleri oluşumların ve onların hakları için mücadele edeceğini ifade eden yapıların ortaya çıkması onlara umut olmuştu.
“Kitle”yi, sınırlarını ve ne olduğunu ise belirleyen güç sermaye idi.
Lakin Hoffer böyle düşünmüyor ve: “Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendilerinde görmesiyle başlar.” diyordu.
Hoffer’ın haklı olup olmadığını anlamak için kitleler ve özellikleri hakkında araştırma yapmak lazım diye düşünmeye başlamıştım.
Daha önce yapmış olduğum okumalardan ve sosyal medya üzerinden yaptığım araştırmalardan ulaştığım sonuçlar beni hayrete düşürmüştü.
Kitleler her ne kadar başkasının iyiliği için hareket ettiğini ve çıkış noktasının iyilik ve hoşgörü olduğunu iddia etse de aslında durum çoğu zaman bunun tam tersiydi.
Sadece kendilerinden olanlara, kendileri gibi düşünce ve eylemleri kontrol edilebilenlere ve kendilerine katılma ihtimali olanlara karşı hoşgörülü ve iyiydiler.
Araştırmamı derinleştirdikçe hayretim ve şaşkınlığım da artıyordu.
Benzer eğitimlerden geçmiş ve aynı düşünme kodlarına sahip olan herkes kendinden ve bağlı olduğu kitlenin insanların kurtuluşu için en doğru kitle olduğundan o kadar emindi ki…
Sonra düşünmeye başladım, dünya üzerinde kaç kitle hareketi var diye…
Doğrusu buna bir cevap vermek mümkün değildi. Sadece yaşadığım şehir ve ülkedeki duruma bakınca dünya genelinde milyonlarca olmalı diye geçirdim içimden…
Acaba onlar da inandıkları değerlerin mutlak doğru olduğu konusunda kesin bir inanç taşıyor muydu?
Öyle olmalıydı, insan haksız olduğuna inandığı bir kitleye dâhil olmaz diye düşünmüştüm.
Bu durumda herkes doğru yoldaysa yanlış yolda olan kimdi?
Göreceli doğruların tashihi için mutlak doğru olan vahye başvurmayan modern insan sürekli deneme-yanılmalarla mı meşgul olacak?
Bu gidiş nereye kadar sürecek?