• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

İnsanın kafa dışındaki kısmına beden adı verilir. Beden ile kafayı birleştiren de boyundur. Bu nedenle köleye “boyunduruk-rakabe” adı verilmiştir. Çünkü kölenin kafası ile bedeni arasındaki bağ yoktur.

“O sarp akabeyi aşamadı. Bilir misin o sarp akabe nedir? Boyunduruktan kurtarmaktır”(Beled:11-13) buyrulur. Ayet, insanın boynunu esaretin ve özgürlüğün en hassas noktası olarak beyan ediyor. Oysa elinin, ayağının bağlanması suretiyle de insanın esir edilmesi pek ala mümkündür. Fakat iş, o kadar basit değil. Çünkü elinin, ayağının vs. bağlanmış olması insanın kafası ile bedeni arasındaki bağı koparmaz. Ama boynundan esir edilmesi, boyunduruk altına alınması insanın kafası ile bedeni arasındaki bağı koparır. Öyle ki bu durumda insanın kafası kendisine ait değildir. Bedeni kafasız; kafası da bedensiz vaziyettedir.

İnsanın kalbi bedeninde, beyni kafasındadır. İnsanı boyunduruk altına almak için kafası ile kalbi arasındaki bağı koparmak gerekir. Bu durumda kafası başkasının telkinine göre çalışırken kalbi kendi bedeninde çaresizce duygular üretir. Bu bir yokuştur, akabedir. Zor bir geçittir. Peygamber (sav), akabede Medinelilerle anlaşırken onları kendi çocuklarını korudukları gibi kendisini korumaları şartını koştu. Burada kafa ve beden bütünlüğü var. Akabe ancak böyle aşılır. “Bilir misin o sarp akabe nedir? Boyunduruktan kurtarmaktır”(Beled:11-13).

Kafa-ser düşünce, kalp ise duygu üretir. “bilmediğin şeylere kafayı takma Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.” Buyrulur. Demek ki kafa ile gönül arasında sağlam bir irtibat olmalıdır. Bütünlük olmalıdır. Yoksa gönül ister ama kafa farklı düşünür. Baş çaresizlikten kafayı yer.

Boyunduruk boyundan gelir. Maddi manada boynu vurulan kimse ölür. Lakin manevi olarak boynuna pranga vurulan kimse boyunduruk altına alınır. O sadece zahirde hayattadır.

Kafa-ser ile beden arasındaki bağ kopukluğu olan kimsenin hali onlarca söz ve deyime konu olmuştur. Zira mesele çok ciddidir. Böyle bir kimse Kafa sallar; doğru veya yanlış her şeye evet der. Kimseye Kafa tutamaz. Çaresizlikten kafayı yer. Herkes onunla kafa bulur ama kendisi kafayı bulamaz. Kafasına dank etmez. Kafası bir şey almaz. Kafası karışır. Kafası bulanır. Kafasını kullanamaz. Kafası kazan gibi olur. Kafasını toplayamaz. Kafasına bir şey koyamaz. Koysa uygulayamaz. Kafa dinlendiremez. Kafayı çalıştıramaz. Kafayı dinleyemez. Ya kafasına bir şey takmaz ya da takıntıdan kurtulamaz…

Bu, tüm İslam âleminin ve Türkiye`nin içinde bulunduğu durumun özetidir. Adamlar bize yokuşu aştırmamak için çalışıyor. Kafayı ellerine almışlar sadece beden buradadır. Burada kalp beden içinde çaresizce çarparken orada kafa kendi kendini yiyor. Bize duyguları vermişler ama zihin ve düşünce haritası, kavramlar onlardadır.

Kafa ile kâfiye aynı köktendir. Kafa ile beden bütünlüğü kafiyeyi ahengi ve ölçüyü oluşturur. Bugün İslam âleminde, ülkede şiirler kafiyesizdir. Çünkü kafanın şuuru farklı kalbin duygusu farklı işliyor.

Başkanlık teklifi umarım bu kafa ile beden arasındaki noktada boyunduruktan kurtulmak içindedir. Bu beden büyüktür bu kalp büyüktür. Dışarıya gidemez. İş kafayı geri getirmektir. Mesele bir reisin meselesi değil kafa meselesidir. Ve öyle olmalıdır.

Akabeyi aşmak kolay değildir. Peygamber (sav), “ben mukaffi, ben muakkibim” buyurur. Bunun bir manası, “ben kafiyeyim, ben akabeyi aşmanızı sağlayanım, aşkın ve özgürlüğün tadı benimle çıkar…” devamı saklı kalsın.

Kafayı bulmak, bedenle kafanın birleşmesidir. Bizi özgürleştirecek ve coşturacak olan da budur.