Bu bulgular, hem kıtasal kaymaların doğasını hem de potansiyel deprem tehlikelerini anlamada önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Araştırmacılar, uzaydan bile görülebilen ve 200 kilometreden fazla uzanan Tuz Gölü Fay Zonu’nun giderek genişlediğini tespit etti. Bu yavaş ayrılma, dünyanın kabuğunu şekillendiren tektonik kuvvetlerin canlı bir laboratuvar örneğini sunuyor.
Curtin Üniversitesi’nden Prof. Axel Schmitt, araştırmanın Türkiye’deki bu fayın uzun süredir tartışılan doğasına ışık tuttuğunu belirterek şunları söyledi:
“Türkiye, doğrultu atımlı faylarıyla bilinir. Ancak bu çalışma, Tuz Gölü Fayı’nın aslında ‘genişlemeli’ bir fay olduğunu, yani kara kütlelerinin birbirinden uzaklaştığını doğruladı. Daha önce bunun yatay bir kayma hattı olduğu sanılıyordu.”
Araştırmacılar, Hasandağ volkanından çıkan lavların fayın üzerinden aktığını, soğuduğunu ve ardından depremlerle kırıldığını belirledi. Ekip, lavların orijinal biçimini ve yaşını yeniden kurgulayarak, bir zamanlar bağlantılı olan kaya kütlelerinin yıllar içinde nasıl ayrıldığını takip etti. Sonuçlar, fayın yılda yaklaşık bir milimetre oranında açıldığını gösteriyor. Bu bulgu, sadece Türkiye’deki volkanik ve sismik risklerin anlaşılmasına değil, kıtasal deformasyonun küresel modellerinin geliştirilmesine de katkı sağlıyor.
Araştırmada, Curtin Üniversitesi’nin John de Laeter Merkezi ve Western Australia ThermoChronology Hub (WATCH) tesislerinde geliştirilen ileri analiz teknikleri kullanıldı. Ekip, lavlardaki zirkon kristallerinde biriken helyumu ölçerek, lav akıntılarının yaşını ve zaman içindeki kayma miktarını kesin olarak belirledi.
Yardımcı yazar Doç. Martin Danišík, “Lav içindeki zirkon kristalleri doğal bir zaman kapsülü gibi davrandı. Uranyum ve Toryum’un radyoaktif bozunmasından üretilen helyum sayesinde, lavın ne zaman aktığını, soğuduğunu ve fayla nasıl etkileştiğini belirleyebildik,” dedi.
Yer Şekillerinde Gizli Hareketler
Araştırmanın bir diğer yazarı Janet Harvey, Tuz Gölü Fay Hattı’nın, Türkiye’nin kuzeyindeki ve doğusundaki hızlı hareket eden fay hatlarına kıyasla daha yavaş olduğu için, yüzey şekillerinin incelenmesinin modern sismik kayıtların sağlayamayacağı bilgiler sunduğunu ifade etti.
Harvey şöyle konuştu:
“Bu fay, Avrasya, Arap ve Afrika levhalarının etkileşim noktasında yer alıyor. Bu bölgedeki hareketleri anlamak, kıtaların çarpıştığı diğer bölgelerde — Alp-Himalaya kuşağı gibi — deformasyonun nasıl dağıldığını çözmek için büyük önem taşıyor.”
Sonuç olarak çalışma, “kıtaların birbirinden nasıl ayrıldığı” konusundaki uzun süredir kabul gören varsayımları sarsıyor. Bilim insanları, Türkiye’nin kalbinde yer alan bu jeolojik bölgenin, dünyanın kabuğunun sessiz ama sürekli bir şekilde yırtıldığı nadir alanlardan biri olduğunu söylüyor.
“Bu araştırma,” diyor Prof. Schmitt, “doğayı yeniden yorumlamamız gerektiğini gösteriyor. Türkiye’nin yer kabuğu, sanılandan çok daha derin ve yavaş bir biçimde parçalanıyor.”




