Doğruhaber - Mesut Tunce

Bu sorunun cevabını bulabilmek için öncelikle şu soruyu sormamız gerekiyor. Cezalar ne içindir?

Devletin firmalara yazdığı para cezaları, bir gelir kapısı değil; kamu düzenini, tüketici haklarını ve adil ticareti korumak için uygulanan yaptırımlardır. Temel amaç, hukuksuzluğa prim vermemek ve aynı davranışın tekrarlanmasının önüne geçmektir. Yani asıl gaye caydırıcılıktır.

Fakat Türkiye’de cezanın mantığı biraz daha farklı işliyor gibi…

Ceza, kazançtan düşükse ceza değildir

Bir işletme, örneğin hileli gramajla ya da etiket oyunu yaparak milyonlarca lira kazanç elde ediyor; buna karşılık birkaç yüz bin lira ceza ödüyorsa, bu bir ceza değil, yapılan dolandırıcılıktan “pay” almak anlamına gelir. Devlet sanki dolandırıcı şirketlere şu mesajı verir: “Vatandaşımı kandırdın, aferin! Ama unutma, bu kazançtan bana da bir pay düşer.” Tabi ki devletin böyle bir anlayışla hareket ettiğini söylemiyor ya da ima etmiyoruz. Ancak halihazırda yürürlükte olan yönetmelik ve uygulamaların oluşturduğu algıyı vurgulamak istiyoruz.

Geçtiğimiz yıllarda Üç harfli zincir marketlere 1 milyar lirayı aşkın ceza yazıldı. Çünkü bu şirketler vatandaşı daha rahat dolandırabilmek için kendi aralarında bir kumpas kurmuş, ağız ve el birliği etmişlerdi. Peki yazılan bu cezalar, bu market zincirlerinin fiyat oyunlarını, etiket karmaşasını ya da el birliği edip bir ürünün fiyatını tavana vurdurmalarını önlemeye yetti mi? Hayır. Çünkü şirketlerin toplam kazançları ve kâr marjları düşünüldüğünde, yazılan cezalar sadece şirketlere devlet tarafından çıkarılmış ek bir “masraf kalemi” gibi görüldü.

Peki kesilen cezaların vatandaşa faydası ne?

Vatandaşı mağdur eden bir işletmeye ceza kesilmesi, vatandaşa ne kazandırıyor?

Devlet vatandaşı mağdur eden firmaya ceza yazıyor. Peki sonra ne oluyor? Mağdur olan vatandaş zararını tazmin edebiliyor mu? Hayır. Hukuki bir başvuru yolu mu gösteriliyor? O da hayır. Ceza vatandaşa mı dönüyor? Elbette ki hayır. Devlet bütçesini doldururken, vatandaş yalnızca dolandırıldığıyla kalıyor. Yani vatandaşı kandıran şirket para kazanıyor, devlet ceza kesip bütçesini dolduruyor, mağdur ise kendisine dayatılan belli başlı birkaç şirketle baş başa bırakılıyor.

Bu durumda devlet, farkında olmadan mağduru değil, sistemin devamını kollamış gibi olmuyor mu?

Devletin asli görevi kar etmek değil vatandaşı korumak

Devlete yakışan, vatandaşını dolandırıcılardan korumaktır. Bu da ancak köklü, caydırıcı ve kararlılıkla uygulanan yaptırımlarla olur. Örneğin sistemli olarak vatandaşı kandıran bir işletme varsa, sadece para cezası değil, gerekirse ticari faaliyetlerinin tümden sonlandırılması da gündeme gelmelidir. Bu bağlamda; kamuoyunda ‘üç harfliler’ olarak anılan zincir market örneğine dönersek…. Devlet 1 milyar lira ceza kesip kasasını dolduracağı yerde, bu şirketlerden birini kökten kapatıp ticari faaliyetlerini tümüyle sonlandırsaydı, geri kalan ikisi aynı aldatıcı yöntemlere baş vurmaya devam edebilir miydi? Ya da bahsi geçen yüksek fiyatlı ürünlerde geri alma zorunluluğu ve vatandaşa tazminat isteme hakkı getirilse, daha caydırıcı olmaz mıydı? Tamam bu iki durumda belki 1 milyarlık ek gelir elde edilemeyecekti ama, vatandaş korunmuş olacaktı.

Devlet böyle bir yaklaşımla meseleyi ele alsa hem vatandaşta güven duygusu oluşturur hem de diğer firmalara net bir mesaj vermiş olur: “Benim vatandaşımı dolandıranın, bu ülkede ticari geleceği yoktur!”

Aksi halde devletin tavrı şu şekilde algılanır: “Sen benim vatandaşımı mı kandırdın? Ne kadar kazandın? Hani benim payım? Sökül bakalım paraları”

Bu ise devletin itibarını zedeler, adalet algısını bozar, mağduriyetleri katmerlendirir.

Muhabir: Mehmet Aydın