Ülkemizde ekonominin hali malum. Kurdaki dengesizlikler toplumun her kesimini etkiledi. En çok etkilenen de haliyle dar gelirli vatandaş oldu. Bu konuda çok şey söylenebilir. Ama ülkenin dış politikasının iç politikasına yansımasına biraz değinmek istiyorum. Son 3-4 ay içerisinde Sayın Cumhurbaşkanı bir takım yurtdışı gezilerine çıktı. Buna mukabil bazı ülke liderlerinin de Türkiye ziyaretleri olmuştu. Ekonomik sıkıntıların, tabiri caizse, pik yaptığı bir zamanda da Birleşik Arap Emirlikleri emiri Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Görüşmede ekonomik bazı anlaşmalara varıldı ve karşılıklı imzalar atıldı. Bundan önce de 2021 yılının aralık ayında Cumhurbaşkanı, Katar Devleti Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani'nin davetine icabet etti. Yine burada da ağırlıklı olarak ekonomik anlaşmalar yapıldı. Her iki ülkenin bakanlıkları karşılıklı imzalar atarak askeri, ekonomik vb. anlaşmalar gerçekleştirdi. Suud'un, BAE'nin ve onlar gibi ümmeti hep arkadan hançerleyen devletlerin emperyalistlerle olan ilişkilerini unutmamak gerekir. Türkiye'nin bu devletlerle olan ilişkileri başka bir başlık altında işlenebilir. Fakat son zamanlarda kendisini devlet olarak kabul etmediğimiz Siyonist terör şebekesiyle de görüşmelerin gerçekleşeceği konuşuldu. Hatta Cumhurbaşkanı, Sırbistan Cumhurbaşkanı'nı ağırlarken görüşmenin sonunda: 'Belki Sayın Hertzog'un Türkiye'ye bir ziyareti olabilir ama bu arada Başbakan Sayın Benet'in bu noktalarda yine olumlu bazı yaklaşımları var.' Şeklindeki ifadelerini hatırlıyoruz.
Devletlerin anlaşmalar yapması ve bir takım görüşmeler gerçekleştirmesi normaldir. Ticari anlaşmaların yapılması ise ülkeler için hayati derecede anlam taşır. Her seferinde halkı Müslüman olan ülkelerin bir araya gelmesi gerektiğini, ortak ticari anlaşmalar yapması gerektiğini vurgulamışız. Buna da ümmet olarak çok ihtiyacımız var. Gelin görün ki bu konuda imtihanı kaybetmiş görünüyoruz. Çünkü; Mescid-i Aksa'mız işgal altındadır. Birçok İslam beldesi de emperyalizmin postalları altında ezilmektedir. Emperyalistlerin desteğini her zaman arkasında gören zalim ve kahrolası terör şebekesi -kimi kastettiğimi biliyorsunuz- neredeyse her gün Müslümanları katlediyor. Biz de burada sadece kınamakla yetiniyoruz.
Emperyalistlerle yapılan anlaşmalara şöyle bir bakınca, Türkiye'nin batılı ülkelerle yaptığı anlaşmalar, halkı Müslüman olan ülkelerle yapılan anlaşmalardan çok daha fazladır. Hele ki siyonistlerle yapılan anlaşmaların haddi hesabı yoktur. Sadece ticari anlaşmaları tek hesaplarsak market raflarındaki ürünlerimizin çoğunun onlara ait olduğu görülecektir. Yani evlerimizde neredeyse onlara ait olmayan ürün kalmamış. Gıda, temizlik ve daha birçok ürünü onlardan ya da onları koruyup kollayan Batı(l)ı devletlerden alıyoruz. Buna bir çare var mı acaba? Diye kendimize sormak gerekir. Ne dersiniz aç kalmak mı? Yoksa Emperyalistlerin bizi her taraftan kuşatması mı? Millet olarak 'Mukaddes beldemiz Mescid- Aksa'nın hatırına 'Aç kalmaya razıyız ama ümmetin parçalanmasına razı değiliz.' Diye biliyor muyuz? Ya da demek gerekmez mi? Ekonomimiz düzelsin diye israille anlaşmaların yapılmasına ve ilişkilerin normalleşmesine razı değiliz. Değil simit, -malum simit de artık lüks- kuru ekmek yemeye razıyız ama alçaklarla anlaşmaya razı değiliz. Dış politikamız nasıl işliyor? Nasıl olması gerekir? belki bu konuda çok şey söyleyemem ki buna çok vakıf değiliz. Amma terör şebekesiyle ilişkilerimizin yukarıda bahsettiğim türden olmaması gerektiğini biliyorum.
YASİN DURSUN