İşin az ama işsizin çok olduğu yerlerde başvurulan bir yöntemdir. Özel sektör, işe en uygun personeli seçmek için, sıkça mülakat yöntemini kullanır ve bu konuda pek eleştiri de almaz. Devlet kurumlarına uygun personel alımında kullanılması halinde ise şiddetli bir eleştiri ile karşılanır.
Mülakatın; “Aday”, “mülakatçı” ve kullanılacak “İlkeler” olmak üzere üç tarafı vardır:
Öncelikle, adayın seçilmek istenen pozisyonunun tam önünde büyük emek, çok para, uzun zaman harcanıp eğitildikten sonra elemeye tabi tutulması, oldukça masraflı ve kanaatimizce adil olmayan bir uygulamadır. Mülakatın çok daha önceden yapılması gerekir. Aday daha öğrenciyken yapılmalıdır. Tam yetecek sayıda, uygun nitelikli kişilerin bulunup özenle seçilmesi ve mesleki eğitim sürecine bu şekilde başlanması oldukça önemli bir oranda zaman, emek ve maliyet tasarrufu sağlayacak; insanların büyük hayal kırıklıklarına uğramaları, adalet duygularının zedelenmesi engellenecektir.
Sonra her aday kendini ve o adayın görüngü dünyasında bulunan herkeste o adayı, istenen pozisyon için yetkin görür. Olumsuz her sonuç şiddetli eleştiriye tabi tutulacaktır. Ama yeteneklerimiz farklı alanlar ile ilgilidir ve hepimiz bazı işler için uygun adaylar olmayabiliyoruz. Mesela, sadece belirli bilgilerin hafızada biriktirilme oranının ölçülebildiği bir sınavla öğretmen seçmek, öğretmenliğe gerçekten uygun kişilerin seçimini başarısız kılabilir. Çünkü öğretmen olmanın; ölçümü oldukça güç ve ancak bire bir gözlemle tespit edilebilecek farklı vasıfları vardır. Sınıf hakimiyeti için dominant bir karakter, uzun soluklu bir eğitim süreci için sabır ve baskın bir çocuk sevgisi, dinlemeyi bilmek, gülümsemeyi başarabilmek gibi… Bunlar elbette sınavlarla belirlenemezler.
Mülakatın zorunlu ve faydalı olduğu kanaatine vardık diyelim. Peki, mülakatçılarımız adayın sınava yansımayan bu özelliklerini ölçebilecek yetenekte midir? Bu soru oldukça şüphe ile karşılanıyor olmasına rağmen, biz hüsn-ü niyetle o yetenekte de kabul edelim. Ama beş dakikalık bir mülakat, adayın iş için uygun olup olmadığını tespit etmeye nasıl yetmektedir? Sonra mülakatçı adil midir? Kendini ahlaken yetiştirmiş midir? Akrabalarını, tanıdıklarını ve güçlü konumlarda bulunan bürokratların, zenginlerin, üst pozisyonda olanların akrabalarını, tanıdıklarını kayırmadan, torpil yapmadan, sadece vicdanı ve birikimi ile seçim yapabilecek midir? Bu konuda toplumun zedelenmiş güveni aşikârdır. Kanaatimizce temelsiz de değildir ve bu oldukça önemli bir sorundur.
Üçüncüsü mülakatta uygulanacak ilkelerdir. Öncelikle ilkelerin işlevsel olması gerekir ki uygun kişi seçilebilsin ve olabileceğinin son sınırına kadar evrensel olması gerekir ki toplumda bir adalet duygusu oluşabilsin. Herkese, her zamana uyan ilkeler, ölçüm araçları bulmak maalesef kolay değildir. Ama en azından torpil, kayırma, art niyet olmamalıdır. Gizli yerlerden, hukuk içinde uygun görünmeyen bir şekilde toplanmış bilgiler kullanılması, suçun şahsiliğinin es geçilmesi, kişilerin uzak akrabalarının işlediği suçların yükünün veya taşıdıkları fikirlerin ağırlığının, masum kişilerin omuzlarına yüklenmesi, adayların renklerine, dillerine, bölgelerine bakılarak elenmesi, yerlerine hak etmedikleri halde başka birilerinin seçilmesi zulümdür.
İyi uygulanmış bir mülakat, iyi bir seçim aracıdır. Ama yeterli düzeyde yetiştirilememiş, adaleti sağlanamamış, vicdanı iyileştirilememiş, asgari düzeyde de olsa ilkelerini belirleyememiş toplumlarda mülakat asla hak ettiği şekilde uygulanmamıştır, uygulanamaz. Böyle toplumlarda mülakat; dürüst ve zayıf insanların elendiği, fırıldakların, güçlü olanların ve dayısı olan yetersizlerin seçildiği bir sistemin uygulayıcısı olur. Böyle toplumlarda diğer seçim şekillerinin yetersizliğine rağmen mülakat yöntemi asla kullanılmamalıdır.