2001 yılında yaşanan “11 Eylül” operasyonundan sonra İslam dünyasına karşı “Yeni Bir Haçlı Savaşı” başlattığını açıkça söyleyen dönemin ABD başkanı oğul Bush’un yılan gözlü vampir Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2003 yılında “Ortadoğu'da 22 ülkenin sınırları değişecek” diyerek İslam coğrafyasında işgal ve vahşetin başlayacağını ifade etmişti.
ABD ve israil Terör Örgütü (İTÖ)’nün yayılmacı işgal politikasına kaynaklık eden bu düşünce sonucu önce Afganistan, sonra Irak işgali ile başlayan süreçte işgal edilmedik veya kaos çıkarılmadık bölge ülkesi kalmadı. Bu süreçte ABD jandarması siyonist terör rejimi de defalarca Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye’ye yönelik işgal ve saldırılara yeltendi. 2006 yılında Hizbullah’a mağlup oldu. Her yıl özellikle Ramazan ayı ve önemli vakitlerde vahşetlerine ve suikastlarına devam etti ve ediyor.
Aksa Tufanı Harekâtından bu yana geçen 13 aylık sürede de vahşi soykırım ve katliamlarına her gün daha büyük vahşetlerle devam ediyor.
Bir taraftan yıllardır uygulanan abluka, diğer taraftan kahir ekseriyeti kadın ve çocuklardan oluşan on binlerce sivilin katledilmesi, gıda ve ilaç ile tıbbi yardımın kısıtlanması sonucu açlık ve kıtlığın silah olarak kullanılması, her gün Gazze ve Lübnan’da direnişin liderlerinin şehid edilmesi sorunları ile karşı karşıyayız.
Ümmet olarak içinde bulunduğumuz derin ayrılıklar ve devlet yönetimlerinin içinde bulundukları gaflet, ihanet ve cesaretsizlik nedeniyle Gazze Şeridi, Lübnan, Yemen ve direniş cephesi güçlerini maalesef Siyonist-Haçlı vahşi ittifakının insafına terk ettik. Öyle bir durumdayız ki, şehidler arasında bile ayırım yapıyoruz. İşgalcilere karşı eline taşın altına koyup hayatını feda eden direniş liderlerinin şehid olmasına sevinen kansız, haysiyetsizler bile var.
Bir taraftan Gazze Şeridi vuruluyor, bir taraftan Batı Şeria, diğer taraftan Lübnan’ı ve Suriye ile Yemen’i vuruyorlar ve İran’ı vurmaktan bahsediyorlar. Saldırılarda gözler Lübnan’a çevrilmişken, Gazze unutturulmaya çalışılıyor. Hangi tarafa bakacağımızı ve hangisine ağlayacağımızı şaşırdık. Tabi çözüm ağlamak değil kardeşlerimizin direniş ve cihadına her yönden destek olmaktır.
Bu kadar barbar saldırı ve cinayetler işlenirken direniş liderlerinin şehid edilmesine sevinen bölge ülkeleri yönetimlerine mi üzülelim? Sivil katliamlarına mı üzülelim? Direnişin şehidlerinin cinayetlerinde ümmet düşmanı sözde İslam ülkeleri istihbaratlarının parmağı olmasına mı üzülelim? Direnişe destek vermesi gereken alimler ve uzmanların İTÖ yerine direnişi ve direnişe destek veren İran’ı hedef almalarına mı üzülelim? Kardeşlerimizin içinde bulunduğu çaresizlik içinde yaptıkları fedakârca direnişe mi? Onlara yardım edememenin verdiği ezikliğe mi üzülsek? Hangi derdimize üzüleceğimize şaşırdık.
Yaşayan şehid Yahya Sinvar gibi bir liderin şehadeti sırasında yaşanan çaresizlik bir yana onun kahramanca son nefesine kadar mücadele etmesi sürekli olarak ümmete ve nesillerimize yol gösterecektir. İsmini aldığı Hz. Yahya (A.S.) gibi Yahudilerin vahşi ve ihanet dolu saldırılarından nasibini aldı. İTÖ ve hamisi ABD ve batılı emperyalist ülkeler direnişin mimarlarından Yahya Sinvar’dan ve onun mücadelesinden çok korkuyorlardı. Öyle ki; şehid edilmesine rağmen korkularından saatlerce yanına yaklaşamadılar. Siyonist düşmana müjdeyi verelim! Sadece Şehid Sinvar’ın sağlığından değil şehadetinden sonra da ondan korkun! Çünkü onu şehid etmiş olabilirsiniz, lakin onun ve arkadaşlarının yaktığı direniş ateşini söndüremezsiniz. Onun verdiği mücadele ve cihad ruhu, o aramızda olmasa da devam edecektir. Bu ruhu yok edemezsiniz. O yüzden korkmaya devam edin. Cihad ve direniş ruhu, bu ümmetin bir ferdi bile kaldığı sürece bizi ayakta tutmaya ve şeytanın askerlerini korkutmaya devam edecektir. Vesselam…