Selahaddin Yıldırım

Ümmetin hazin hikâyesi

23.09.2019 08:01:50 / Selahaddin Yıldırım

Bugün İslam ümmetinin içine düştüğü cehalet, onların düşmanları tarafından kolayca bölünmeleri sonucunu doğurmuştur. İçine düştüğümüz bu vakıayı anlatan bir çok hikaye ve temsilin en etkileyicisi şüphesiz Mesnevi’de olanıdır. Hz Mevlana’yı dinleyelim:

“Bir bahçıvan bağa bakınca, bağında hırsızlar gibi üç kişi gördü. Bunlardan biri fakîh, yani din adamı, hoca; biri seyyid yani Hz. Peygamber’in neslinden; biri de sûfî, yani derviş idi. Bunların her üçü de vefâ bilmez, hak-hukuk tanımaz kişilerdi. Bahçıvan kendi kendine dedi ki: “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, reddedilmez yüzlerce delillerim var. Var ama, onlar üç kişi bir topluluk; topluluk ise güçtür, kuvvettir, rahmettir. Tek başıma üç kişi ile uğraşamam. Bu yüzden onları birbirinden ayırmam gerek. Onların her birini bir tarafa atayım, yalnız kalınca da onların birer birer hakkından geleyim.”

Hileye başvurdu. Sûfîyi arkadaşlarının gözünden düşürmek için onu yola çıkardı. Sûfîye dedi ki: “Haydi eve git de, bu arkadaşlar için bir kilim getir!” Sûfî gitti. Bahçıvan iki dost ile yalnız kaldı. Fakîhe: “Sen tekinsin; din hususunda bilgin bir kişisin. Bu arkadaşın da ünlü bir seyyid, yani Peygamber neslinden gelen bir kişidir. Biz senin fetvanla ekmek yiyoruz, senin bilgi kanadınla uçuyoruz. Bu da bizim sultanımızın şehzadesidir. Yani büyük Peygamberimiz soyundan gelmiş bir seyyiddir. Onun bunun sırtından geçinen bu pisboğaz sûfî de kim oluyor ki, sizin gibi padişahlarla oturup kalksın? Gelince onu yanınızdan uzaklaştırın; savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, bağımda misafirim olun kalın. Ey benim sağ gözüm olan fakîh ve seyyid; bağ ve bahçe de nedir ki; benim canım sizindir.”

İçlerine bir şüphe düşürdü, onları kandırdı. Halbuki arkadaşlardan ayrılmak yakışmaz. Sûfî gelince onu yanlarından uzaklaştırdılar. O da kalkıp gitti. Bahçıvan da eline kocaman bir sopa alarak arkasından koştu. Ona yetişince: “Bu ne biçim sufîlik? Bu nasıl dervişlik? Dedi. Fırsat bulunca hırsızlık için onun bunun bağına giriyorsun! Bu hırsızlık yolunu sana Cüneyd mi gösterdi, yoksa Bâyezid mi? Bu yol sana hangi şeyhten, hangi pîrden ulaştı?” Sûfîyi yalnız bulduğu için onu iyice dövdü. Yarı ölmüş bir hale getirdi, kafasını da yardı.

Sûfî; “Bana olacak oldu, benim nöbetim geçti, ama ey arkadaşlar, sizin de başınıza neler geleceğini düşünün, kendi nöbetinize hazırlanın. Siz beni yabancı bildiniz ama, bu kalpazandan da yabancı değilim. Bunu da bilin. Benim yediğim dayağı siz de yiyeceksiniz. Böyle bir şerbet, her alçak kimsenin cezasıdır.”

Bahçıvan, sûfîyi dövüp ondan ayrıldıktan sonra, yine o çeşit bir bahane buldu. “Ey seyyid!” dedi. “Sen de eve git; öğle yemeği için yufka ekmeği pişirtmiştim. Evin kapısında Kaymaz’a söyle, o pişmiş yufka ekmeği ile pişmiş kazı getirsin.

Seyyidi yollayınca hocaya dedi ki: “Ey keskin görüşlü kişi! Sen fakihsin, senin fakih olduğunu herkes görüyor, biliyor. Bu apaçık meydanda. Arkadaşın ise seyyidlik taslıyor. Hz. Peygamber’in neslinden gelen seyyidim diye bir iddiada bulunuyor. Zamanımızda nice ahmaklar kendilerini Hz. Ali soyundan, Peygamber neslinden göstermektedirler.” O zâlim bahçıvan bir takım boş sözler söyledi. O fakîh de onları dinledi.

Sonra bahçıvan kalktı, seyyidin arkasından eve doğru gitti. Seyyidin yanına varınca; “Ey eşek!” dedi. “Seni bu bağa kim çağırdı? Sana hırsızlık Peygamber’den mi miras kaldı? Arslanın yavrusu arslana benzer. Söyle bakalım sen Peygamber’e ne yüzden benziyorsun?” O alçak bahçıvan doğru yoldan çıkmış olduğu için, Haricîler’in Peygamber evladına yaptıkları eza ve cefayı ona; o seyyide yaptı.

Seyyid, bahçıvanın dayağından perişan, harap bir hale gelince, fakîhi hayalinden geçirerek dedi ki: “Ben sıçradım sudan çıktım, ben nöbetimi savdım. Sen şimdi yapayalnız kaldın, ayağını denk al! Artık davul gibi karnına tokmak yiyedur. Ben seyyid değilsem de, senin sohbetine layık bir arkadaş olamadımsa da, senin için bu zalimden daha değersiz, daha aşağı değilim ya!”

Bahçıvan, seyyidi dövüp ondan kurtulunca geldi, fakîhi buldu. Ona dedi ki: “Sen fakîh misin? Fakîhlik nerede, sen nerede? Ey eli kesilesi, bağa girersin de izin var mı, müsaaden var mı demezsin; bu mu senin fetvan? Böyle bir rûhsatı, izini şeriate ait fetvaları ihtiva eden tanınmış kitaplardan Vasît’te mi okudun? Yoksa Muhît’te mi var?

Fakîh: “Hakkın var, vur!” dedi. “Vur ki, fırsat eline geçti. Dostlardan ayrılanın lâyıkı budur!

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar