Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesini bir türlü hazmedemeyen ultraseküler ve translaik gerici bir grup, maçın bitmediğini zannederek, yedek kulübesinde ısınma egzersizine devam ediyor.
Ve arada bir, mal bulmuş mağribi gibi hassas uçlara mesaj gönderiyorlar. Ayasofya’ya sürekli cami denmesinden, orada Müslümanların her türlü toplanmalarından, orada ezan okunmasından, bir imamının olmasından, o imamın kılıçla minbere çıkmasından, ayet hadis okumasından Olimpos’un ağzından ateşler saçan Kimera’sı kadar rahatsızlar.
Bakın mesela 2018 yılında Resmi Gazetede, faizsiz finans kuruluşlarının bağımsız denetimini yürüten denetçilerin uyması gereken kurallardan söz edilirken bazı ayetlerden alıntı yapılması da aynı çevreyi rahatsız etmiş ve bunun laikliğe aykırı olduğunu, toplumun yüzde 99'u Müslüman olsa bile bunun kabul edilemez olduğunu belirtmişlerdi.
Batan gemide ateistin kalmaması gibi seçim arefesinde de herkesin sofi olduğu ülkede, dindarlığı sığlaştıran popüler kültürden medet umanların imdadına, her şeyin farkında oldukları halde çekingen ve idare etmeci siyasetin muhafazakarlığı yetişiyor. Yani “ya şu imamlar da bir dilini tutsalar artık! ya ayet mi kalmadı, niye bunu okuyorsun? ya meselenin hassas olduğunu bunlar ne zaman öğrenecek?” diye devam eden akıl mantık abidelerinin nezaketli desteği geliyor.
Ve bu karşılıklı birbirini besleme, kısır bir döngüyle Müslüman toplumu kör, sağır, dilsiz, bananeci, bizdenci ve heptenci yapıyor.
“Aman şu Allah’ın adına, şiarlarına kitabına, peygamberlerine, meleklerine, kullarına düşman olan totemist paganistler de bu ülkenin bir gerçeği. Onların darılacağı, kızacağı, küseceği, ürkeceği, alınacağı, yanlış anlayacağı, tepki vereceği hiçbir ima, işaret, söz, hal ve davranışta bulunmayın” diyenler güya realist, alttan almacı, bütüncül bir bakış diyerek dikte ettikleri bu yaklaşımın, karşı tarafı ayakta tutan tek motivasyon olduğunu unutuyorlar. Çünkü mezkur tapınak rahipleri, kendilerinden çok düşük gördükleri zavallı mahallenin bu tavrını satın alıp tepe tepe kullanıyorlar.
Devletin nasıl heder edildiğine dair yığınla malumatı olanların, kendilerine bir takım kapılar açılınca devlet kurmayı, dönemin şartlarından ayırıp nasıl kutsadıkları üzerine tartışmaya gerek yoktur, ancak basit bir magazin figürünün dahi eline tutuşturulan malzemelerle sarsmaya kalktığı bir yapının cesaretten başka garantisinin olmadığı da kuşkusuzdur.
Geçmişleri; başörtüsünü, haccı, Kur’an’ı yasaklama, ezanı tahrif etme ve camileri/Ayasofya’yı kapatma gibi nice cürümlerle dolu olanların korkusu, elbette ki, bunları sürekli yüzlerine çarpan ayetlerdendir. Ve Kur’an-ı Kerim’de onları tir tir titreten öyle ayetler vardır ki her daim okumak gerekir.
Yaşları olanlar mutlaka hatırlar: Her fırsatta “İnne meal usri yüsran fe inne mael usri yüsra” diye Arapçasından ayet okuyan Süleyman Demirel, 8 Kasım 1999 senesinde katıldığı bir TV programında, 28 Şubat darbesini şöyle savunmuştu: “Kur’an'da bir rivayete göre 30, bir rivayete göre 230; ama değişik şekilde ‘ahkam ayetleri’ denen, dünyayı tanzim eden ayetler var. Bu ayetlerin tanzim ettiğinin yerine, Türkiye Cumhuriyeti, pozitif hukukun tanzim ettiği bir durumu getirmiş? 76 sene önce. Şimdi ne isteniyor? Bir kısım kimseler, bunun dine aykırı olduğunu, binaenaleyh şeriat hukukuna dönülmesi lazım geldiğini söylüyorlar. İşte, irtica budur.”
Özetle, ahkam ayetlerinden nasıl korkmuşlarsa adeta bunun için darbe yaptıklarını anlatmaya çalışıyordu.
Ahkam, en sağlam anlamına geliyor. En zayıfların paniği işte bu yüzden..
Eh o zaman korkutmaya devam:
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi 55)