İnsanoğlunun belki de en zayıf yanıdır sabredememe veya insanı en güçlü kılandır sabır. Sabır duygu, düşünce ve eylemde çelikleşmenin pratiğidir aynı zamanda.
Sabır üzerine söylenmiş çokça veciz söz vardır elbet. Sabrı merkezine almayan hiçbir fikir, ilim ve mücadele adamı yoktur. Mevlâna Celaleddin der ki, ‘Sabır ağrıları dindiren acı bir ot gibidir. Hem can yakar hem tedavi eder.’ Aynı zamanda atalar ‘Sabır her kişinin değil er kişinin harcıdır.’ demişler. Ne güzel demişler.
İnsanın kurtuluşunu merkezine alan Kur’an da sabretmeyi merkezine almıştır. Dolaylı anlatımlar hariç takriben 94 defa direk sabretmeye değinmiştir Kur’an. Kur’an’ın özeti mahiyetinde olduğu söylenen Asr sûresi, “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. İman edip salih amel işleyip, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” şeklinde özetlemiş makbul insanı. Hakeza bakara 45. Ayet Allah ile kulun ilişkisinin özeti mahiyetindedir; “Allah’tan sabır ve namaz ile yardım isteyin.”
Medeniyetimizin mihenk taşını oluşturan ve kaynağını inancımızdan alan halkın dilinde pelesenk olmuş literatüründeki birçok kavram gibi ‘sabır’ da günümüzde anlam kaymasına uğramış veya uğratılmıştır. Bu aşınmışlıkta elbette cehaletin, teslimiyetçiliğin, ataletin, korkaklığın payı büyüktür.
Sistemlerle, rejimlerle, güç odaklarıyla, ifsad merkezleriyle bozuşmama adına bu kavramsal tahribat yaşanmıştır. Kimi mürekkep yalamışların hezeyanıdır halkımıza dayatılan bu sapma. Sabrı, her kötülüğe boyun eğme, rıza gösterme, susma, sinme, sıvışma olarak zerk etmişler Müslüman dimağlara.
Elbette sabır asla bu değildir. Sabır kavramsal olarak da ancak bir sıkıntı, tehlike, yetersizlik, imkânsızlık karşısında gösterilmesi gereken mukavemet manasındadır. Boyun eğeceksen, susacaksan, uyuşup anlaşacaksan, sıvışacaksan ne diye sabredeceksin ki. Bu durumda sabretmenin şartları ortadan kalkar
Sabır direnenin işidir. Sabır hakkı haksızın yüzüne haykırabilen merdin işidir. Sabır yalana, talana, dolana, ifsada siper olan cesurun işidir. Sabır mağdurun, mazlumun, yanında yer alabilen fedakarın işidir. Zira bu duruş ve eylem tamamen bela ve musibetlere duçar olmayı kaçınılmaz kılacaktır. Zira köşe başlarını, paranın yollarını, dinin kantarını, iktidarın yularını ellerinde tutanlar hakimiyet alanlarını kaptırmamak adına mert, cesur, adil yürek ve bileklerle tarih boyunca uğraşmışlardır/uğraşıyorlar. Bu çaba ve çatışma her zaman muktedirlere karşı olmamıştır. Aynı çatı altındakiler arasında da olagelmektedir. Hatta iç çürümeyi hem fark etmek hem de ona direnmek çok daha zor.
İşte bu erlerin başına bu yolda ölüm, açlık, hicret, yalnızlık, iftira, hakaret gibi türlü belalar gelir. İşte sabır tam da burada devreye girer: Bu bela ve musibetlere karşı sabretme kabiliyeti, kudreti ve cesareti göstermek…
Şehid Seyyid Kutub’un deyişiyle; “yolun uzunluğuna ve meşakkatine karşı sabır, azığın azlığına karşı sabır, yükün ağırlığına karşı sabır…”
Kısaca içerdeki ve dışardaki çürümüşlüğe susmak asla sabır değildir. Bu olsa olsa sinmişlik olur, acziyet olur, kör bir itaatkarlık olur. Sabir sinmişlerin, acizlerin ve kör itaatkarların işi değildir. Sabır susmamanın bedelini ödeyebilme kararlılığıdır, yani er kişinin işidir.