Mağlup olan milletlerin tarihini, galip olanların yazdığı söylenir.
Bir milletin ayakta kalması, dostunu düşmanının tanıması, düştüğü zor ve sıkıntılı badireleri atlatmasını yolu tarihi bilinç ve şuara sahip olmasıdır. Tarihini bilen bir nesil yeis ve ümitsizlik yaşamaz, düşman karşısında eziklik psikolojisi yayamazlar. Zor ve sıkıntılı günlerin biteceğini ve güzel günlerin yakın olduğuna bilir.
Biz Müslümanlara da tarihimiz unutturuldu. Yanlış ve eksik bir şekilde anlatıldı. Araplara Türkler, Türklere Araplar, Kürtlere Araplar ve Türklerin, Farslara Türklerin düşman olduğu, aralarında vuku bulan savaşlar canlı tutulur, kendilerine karşı düşmanla yaptıkları ihanetler anlatılır.
Türklerle Kürtlerin Malazgirt’te nasıl birlikte Bizans’a karşı savaştıkları, Anadolu’yu nasıl birlikte fethettikleri, İstanbul’u fethedecek Fatih’in Kürt Molla Gürani’nin talim ve terbiyesinden geçtiği, İstanbul’u fethetme aşkının Molla Gürani tarafından kendisine aşılandığı, hep birlikte Viyana kapılarına nasıl dayandıkları, bir Türk olan Nurettin Zengi ile bir Kürt olan Selahaddin’in Arapların yaşadığı İslam şehri olan Kudüs’ü Haçlılardan kurtarmak için nasıl mücadele ettikleri anlatılmaz.
Çanakkale, Filistin, Suriye, Kafkas, Yemen, Libya cephelerinde Kürt, Türk, Arap, Hindistanlı, Pakistanlı, Yemenli, Suriyeli, Filistinli, Çeçen, Çerkez, Abhaz ve Arnavut ırklarına mensup Müslümanların işgalci Avrupalılara karşı aynı mevzide savaştıkları, aynı mevzide birlikte şehadet şerbetini içtikleri, kanlarının birbirine karıştıkları söylenmez. Çanakkale zaferi bir ırka ve bir şahsa mal edilir.
Hindistan kıtasındaki Müslümanların yediklerinden kısarak, bacılarımızın ellerindeki bilezik ve yüzüklerini çıkararak Türkiye’nin işgalden kurtulması için gönderdiklerini, bu paranın laik bir partinin hissesi olarak faizle iş yapan bir bankaya sermaye edildiği hiç anlatılmaz.
Ümmet, İslam kardeşliği denilince, içi boş bir kavram ve ütopya olduğu anlatılır.
Kim ne derse desin, bunun böyle olmadığını biliyoruz. Irkçılık ve ulusalcılığın zirve yaptığı dönemlerde dahi kardeş ve ümmet şuuruyla hareket eden nice isimli/isimsiz kahramanlarımız vardır.
Bu kahramanlardan bir tanesi de geçen hafta Dakka’da 80 yaşında vefat eden Pakistan-Bangladeşli Seyfullah El Azam’dır.
Tabi o dönem Pakistan ve Bangladeş bir ülke idi. Entrika ve oyunlarla ülkenin doğusu, Pakistan’dan koparılarak Bangladeş diye bağımsız bir ülke ortaya çıkarıldı.
Seyfullah, 1941'de Bangladeş'te bulunan Babna’da doğdu. Temel eğitimini tamamladıktan sonra Pakistan'daki Hava Kuvvetleri Akademisi'ne katılarak savaş pilotu oldu. Çeşitli eğitimler aldı ve görevlerde bulundu. 1965 yılında Pakistan-Hindistan savaşına katılarak bir Hint uçağını düşürdü. 1966'da Pakistan Hava Kuvvetleri 2. Filo Komutanlığına terfi etti.
5 Haziran 1967 yılında Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetlerine Danışman olarak atandı. Mısır Hava Kuvvetlerini yok eden ve Ürdün'ün Mafrak Hava Üssüne yönelen işgalci israilin jetlerinden iki tanesini düşürdü.
Irak Hava Kuvvetleri'nde savaş pilotu olarak görev aldı. Irak sahasında iki tane siyonist uçağı düşürdü. 72 saat içerisinde toplam 4 israil uçağını düşüren tek pilot olarak tarihe ismini yazdırdı. Savaştaki olağanüstü yeteneği ve cesareti nedeniyle Ürdün, Irak ve Pakistan'dan sayısız Cesaret Ödülü aldı.
1991-1996 yılları arasında Bengal ve Amerikan ordusu tarafından 2000 yılında hayatta kalan en iyi 22 pilot "Yaşayan Kartallar Listesi"ne ismi yazılarak onurlandırıldı.
Pakistan medyası ve askeri raporlar, 1967 savaşında hava muharebelerine katılan tek Pakistanlı pilotun Seyfullah olmadığı, 1967-73 savaşlarında Seyfullah ile birlikte Ürdün, Mısır, Suriye ve Irak’ta görev yapan en az 16 Pakistanlı pilot olduğunu belirtiyorlar. Bu pilotlar çok başarılı işler yaptılar ve Siyonist uçaklarını püskürttüler ve bazılarını da düşürdüler.
Allah hepsine rahmet etsin ve hayırlarını kabul etsin…