İslami siyasetin zirve noktası ümmet şuurudur.
Müslüman toplumun her bir ferdi ümmet şuuruna ermişse Allah`ın izniyle o toplum güç ve kuvvet açısından da en mükemmel bir noktaya ulaşmış demektir.
Özellikle Müslüman bireyler bir iş bir eylem yapacaklarında bunun Ümmete getirisinin ne olacağını veya Ümmete vereceği zararın ne olacağını düşünebiliyorsa ümmet sağlıklı bir yapıya sahip demektir.
Muhammed Ümmetinin menfaati, maslahatı bizim için her şeyden önde gelmelidir.
Bazen bir konuda bizim için küçük menfaatler görsek de ümmetin genelini düşünerek onlardan vaz geçmesini bilmeliyiz.
Hatta bireylerden de öte, derneğimizin, vakfımızın, camiamızın menfaatlerini Ümmetin genelinin maslahatı için terk etmesini bilmeliyiz.
Ümmetle ters düşmekten, Ümmetten ayrı bir yol tutmaktan Allah`a sığınmalıyız.
“Kim hidayet yolu kendisine belli olduktan sonra Peygamber`e karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu yöneldiği yöne yönlendirir ve cehenneme sokarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!” (4/115)
Ümmetin durduğu çizgide durmak, ümmetin bastığı yere basmak, ümmetten ayrı bir görüntü vermemek başta gelen ilkemiz olmalıdır.
Bastığımız çizgiyi, durduğumuz noktayı, bindiğimiz gemiyi sık sık kontrol etmeliyiz, kimlerle beraberiz, kimlerin gemisindeyiz, her zaman bunun farkında olmalıyız.
Ümmet olarak işimizi daha da sağlam tutmak için bir şey daha yaparız; düşmanlarımıza bakarız.
Öncelikle onlarla aynı çizgi üzerinde olup olmadığımıza iyice dikkat ederiz. Onların karaltısı içinde yer alıp almadığımıza, onların kalabalıklarına eklenip eklenmediğimize bir iman titizliği içinde dikkat etmeliyiz.
Sergilediğimiz tavırla, ortaya koyduğumuz işle Ümmetimizin düşmanlarının sevinip sevinmediğini ölçü olarak kabul etmeliyiz.
Birilerinin penceresine taş atmayı düşündüğümüzde ümmetin camekânlarının yerle bir edilebileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bu söylediklerimizi biraz daha somutlaştırarak günümüze getirelim.
Bir iş yaparken Ümmet coğrafyasının tamamını gözümüzün önünden hiç eksik etmemeliyiz, hiçbir zaman görüş mesafemizin dışına çıkarmamalıyız.
Bireysel hırs ve arzularımızı tatmin edecek eylemler yapmak veya birilerinin bu tür arzularını yerine getirmek için fetva bulmak o kadar zor değildir. Ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri lastik gibi söndürüp istediğimiz tarafa çekebilmek öyle kolaydır ki.
Bu fetva bolluğunu önce tekfirde kullanırsınız.
Özellikle tekfir fitnesinin zirve yaptığı bir çağda fetvadan bol ne vardır?
Merak etmeyin, tekfir edemeyeceğiniz hiç kimse yoktur.
Artık tekfir ettikten sonra, onların katlinin vacip olduğunu söylemek zaten en kolay bir şeydir.
Allah`a ibadet için insanların toplandığı, Allah`ın adının zikredildiği mübarek mekânları havaya uçurmanın, kan gölüne çevirmenin fetvasını bulduktan sonra ve bunu defalarca uyguladıktan sonra…
Pazar yerlerinde, fırınlarda ekmek kuyruklarında gariban insanların arasına dalıp toplu katliam için fetvalar bulduktan sonra…
Reina gibi içkili, kumarlı, danslı eğlence merkezleri için mi fetva bulamayacaklar?
İşte bu felaket düşünceden ve bu düşüncenin eyleme geçmesinden kurtulmanın yegâne yolu, Ümmetin maslahatını düşünebilmektir.
Söyleyin Allah aşkına, Ümmet ne kazanmıştır, ne kaybetmiştir bu ve benzeri eylemlerden?